Bazen ardıma bakmadan bu kentten çıkıp gitmek istiyorum. Gözümde ve hayalimde hep Karadenizin yüksek dağları ve yemyeşil alanları oluyor. Bazende masmavi denizde balık tutma faslı. Doğada veya denizde olduğu zaman insanın nasılda kafasının içinde hiçbir şey kalmadığını çok iyi biliyorum. Hele de bir grup arkadaşım var, onlarla birlikte balığa çıkmak benim için o kadar zevkli ki, anlatılamaz.
Ben çoğunlukla bu tür faaliyetlerimi meslekten olmayan arkadaşlarımla beraber yaparım. Nedeni ise meslektaşlar ile bir araya gelince Allaaah tutmayın bizi. Artık o belediye başkanı, bu esnaf odası başkanı, şu işadamı bu uygulama konusu derken, hep aynı konular ama gıybetin dibine vuruyoruz. Zaten ne demişler, iki gazeteci bir araya gelince gazetenin yönetimini değiştirirler, üçü bir araya gelince belediye başkanını görevden alır, artık dördümüz, beşimiz bir araya gelince , hükümet yıkar, hükümet kurarız lafta.
İşte bu nedenle bizim arkadaşlarla çıktığımız balık sefamızın genel konusu, kim ne kadar balık tuttu muhabbeti. Uğur Güven’i anlatmalıyım size. Adanalı’dır kendisi. Milliyetçidir. Vatanını, bayrağına aşık bir delikanlı. Tam bir balık ustası. Uğur bizim aramızdaki çimento. Organizeyi o yapar, balığa çıkacak arkadaşları o arar, ulaşım için araba, balık için yemler, tekne tüm organizasyon onda. Aynı zamanda bizim Uğur gurmedir. En güzel hibeşi o yapar. Sabah kahvaltımız Uğur’un birkaç gün öncesinden hazırladığı hibeş, acılı sos, zeytin, peynir eşliğinde başlıyor. Çayımızı o demler, muhabbeti o başlatır. İyisinden ve irisinden bir balık tutunca artık, “Adananın yolları taştan” diye bir türkü ile teknede oynamaya başlar ki, istersen eşlik etme.
Baykul Candan var mesela, Soy adı gibi candan bir kardeşimiz. Her gittiğimizde Baykul, son yıllarda balık tutkunlarının başının belası olan bütün balon balıklarını o toplar. Bir insanın oltasına her seferinde balon mu takılır arkadaş. İster inanın ister inanmayın, son seferimizde Baykul balon balığı çekmekten o kadar sıkıldı ki sonunda isyan etti ve balık tutmayı bıraktı.
Mehmet Sırtıkara ise elinde küçük bir olta. Yem takmasını bilmez, oltayı tutmasını bilmez, olta karışsa ayırmasını bilmez ama adam oltayı denize her attığında ha bire balık çekiyor. Çektiği balığı da oltasından alamadığı için, hemen Uğur devreye girer. Sonunda Uğur’da isyan etti, teknenin arkasında Sırtıkara’nın yanında oturmamaya başladı.
Bir albayımız var. Onu yeni tanıdım ama, bir insan bu kadar mı güzel muhabbeti olur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesinde görevli almış, çok değerli ve bir o kadar da kültürlü bir albayımız. Artık işi balık olmuş. Albay teknede olduğu zaman her dakika kakara-kikiri. Adam bir derya. Müthiş bilgili, nüktedan ve bir o kadar da eğlenceli bir adam. Sabah limanda, herkes albayın kendi teknesine binmesi için davet eder. Bazen geç kalınca evi Dedeman tarafında, kayalıklara çıkar ordan bağırır “Gelin beni alın ulaaan” diye. Teknenin arkasında bağlı olan küçük kayığa atlayan Uğur, nerdeyse gider kayalıklardan alır onu.
İşte yeniden işe başladığımdan bu yana o muhabbeti özledim. Bizim oltacılar, ses verin hele. Teknenin önünde mi balık var, arkasında mı?