Geçtiğimiz günlerde yedi ya da sekiz yaşlarında bir kız çocuğu elinden tutan ninesi ile beraber
şehrin kalabalık caddelerinden birisinde yürüyordu.
Çocuk bir an durdu ve yanındaki büyüğüne gülümseyerek kaldırımın kenarındaki çiçekleri
gösterdikten sonra işaret diliyle bir şeyler anlatmaya çalıştı.
Aralarındaki işaret dili ile iletişimi görmesem, küçük kızın işitme engelli olduğunu fark etmem
neredeyse imkânsızdı.
Mutluydu küçük kız…
Sokakları dolduran robotlaşmış insanların aksine çevresindeki güzelliklerin farkındaydı!
Gerek yaşıtları, gerekse kendisinden kat kat büyük insanlar ellerindeki cep telefonlarından
gözlerini ayıramadan kaldırımları adımlarken, o kendi mutlu dünyasındaki pozitif enerjiyi hiç
kaybetmeden gülümsüyordu hayata…
Son yıllarda yapılan araştırmaların sonuçlarına baktığımızda, her geçen gün daha çok insanın
kendisini mutsuz hissettiğini görüyoruz.
Bir çiçeğin güzelliği ile değil, Instagram’da alacağı beğeni sayısı ile mutlu olan insanların sayısı
giderek artarken, farkında olmadan bazı duygularımızı körelttiğimizi göremiyoruz.
Pek çok insan sosyal ağlarda sanal mutluluğun peşinde koşarken, depresyon başta olmak
üzere psikolojik rahatsızlıklardaki artışın bir sebebi olması gerekmez mi?
Geçtiğimiz ay gazetedeki köşesinde mutlu olmak için 25 altın öneride bulunmuştu sayın
Hidayet Gültekin.
Oysa ki mutluluğu formüle dökmeye ya da uzaklarda aramaya gerek yok!
Mutluluğu çevrenizde bulamıyor, sahip olduklarınızla mutlu olamıyorsanız, bazı şeyleri
sorgulamanın zamanı çoktan gelmiş olmalı…