Biraz dosların vesilesi biraz da içimizdeki müzik ve sanat aşkıyla bu senenin ikinci izninde, çok merak ettiğim Adanayla sonunda buluştum; Öyle ya sürekli Antalya’nın batısından ya da Ege’den ibaret değildi güzel ülkem...
Sahi ne büyük edebiyatçılar, ne büyük müzisyenler, ne büyük ressamlar, ne büyük sinemacılar, oyuncular, kısacası ne unutulmaz sanatçılar yetiştirmişti Adana...
Her zaman kendime örnek aldığım, kitaplarını satır satır okuduğum, şarkılarını dize dize sindirdiğim, film sahnelerini kare kare hafızama işlediğim sanatçıların kentiydi Adana...
Nasıl olur da Adana’yı göremezdim...Nasıl olur da çok sevdiğim Yılmaz Güney’in , Aytaç Arman’ın Yaşar Kemal’in ve saymakla bitiremeyeceğim bir çok Adanalı sanatçının Adanasını yerine gidip hissedemezdim...
Şakirpaşa Havalimanında buldum kendimi...
Hava kararmaya yakındı...
Şakirpaşa Havalimanı çok değişik bir yer, öyle tam bir havalimanı gibi değil, daha çok otogar ve havalimanı karışımı bir sıcaklığı var, hani havalimanına girince insanların yüzlerine değişik bir ifade oturur, uçuyorum ben edası yerleşir ve de Havalimanından çıkarken onları karşılamaya gelen güruhun ortasından ben uçaktan indim, siz binebiliyor musunuz pozu olurya...
Bunu Adana’da yapmayın, çünkü gerçekten çok doğal bir havalimanı, otobüsten iner gibi indik uçaktan, direk yürüyerek terminale geçtik, oradan da al sana Adana...
Havalimanında beni Ailemin 40 yıllık dostu Yalçın Amcanın yardımcısı Vedat Abi karşıladı, Yalçın amca ne gerek var dememe kalmadan, “Biz ne dersek o “ Adana’ya gelmişsin, Kadir seni getirecek dedi...
Vedat abiyle Yalçın Amcanın yanına geçtik, sonrasında da Kadir abi ben Mersin’ e geçene kadar yanımdan hiç ayrılmadı...
Beni harika bir kabapçıya götürdüler, Ziyapaşa Caddesinin hemen arkasında, Adana kebabı gerçekten başka bir şeymiş, ve gerçekten gönlü bol bir şehir Adana...
daha sonra istirahate geçtik, sabah erken uyandım...
Doğruca meşhur Taş Köprünün yolunu tuttum, Taş Köprü Seyhan Irmağının üzerine kurulmuş Roma dönemine ait bir eser, şehrin iki yanını birbirine bağlıyor, köprünün yani suyun öteki tarafı Yüreğir...M.S 384 yılına tarihleniyor köprü... Mimar Auxentus’a ait ve halen şehir içi trafikte kullanılan dünyanın eski köprüsü...
Taş köprüye gelmeden hemen solda, Adana Büyükşehir Belediyesine ait Sinema Müzesi var, çalışanları harika insanlar, çok güler yüzlüler, Adana’ya ilk defa geldiğimi duyunca bana bir sürü yer önerdiler, Sinema Müzesi bugüne kadar çekilmiş Türk Filmlerinin afişleriyle dolu, Yılmaz Güney’in ayrı bir ağırlığı var müzede, Film Şirketlerine gönderilen makaralardan, filmlerde kullanılan tabancalardan, Yılmaz Güney’in özel eşyalarından tutun da Muzaffer İzgü’nün bal mumu heykeline kadar, hatta odaya birden girince bana canlı gibi geldi Muzaffer İzgü, ilk anda biraz şaşırdım, sonrasında da sevinçle karışık bir hüzün oluştu içimde, ayrıca Abidin Dino ve Orhan Kemal’in beraber ve hala sohbet edercesine canladırıldığı bir alan daha var...
Müzede Adanalı fotoğraf sanatçılarına ayrı bir yer ayrılmış, Adana’ya fotoğrafı ve fotoğrafçılığı sevdiren Mehmet Baltacı üstadın makineleri ve bugün hala fotoğraf alanında çalışan Adanalı sanatçıların biyografilerine yer verilmiş...
Şener Şen ayrı bir özellik taşıyor müze için ;
Adana’nın Züğürt Ağası olarak gördüğümüz yer de var onu, Hababam sınıfında giydiği Badi Ekremin kırmızı eşofmanlı halinin sergilendiği bir bölümde...
Çıplak Vatandaş filminin afişini görünce hemen çocukluğuma gittim, Video kaset dükkanımız varken, ne kadar ilgi görüyordu o muhteşem film...
Yönetmenlere de ayrı bir bölüm ayrılmış...Ve tüm yaşayan ya da yaşamayan Adanalı sanatçılara da...
Adanalı tüm sanatçılara sahip çıkılmış...
Kimseler unutulmamış...
Adana Sinema Müzesi... Mutlaka görülmeli derim...
İmkanlar dahilinde en iyisi yapılmış müzenin...Doğal ve samimi...Sinema müzesinin yanında Atatürk Evi var... Atatürk’ün Adana ziyaretinde kaldığı ev, eski bir konakmış önceleri, gerçekten harika bir ev, hiç görmediğim fotoğraflarını gördüm Atatürk’ün...
Sonra Büyük Saat denilen bir bölgeye geçtim, Büyük Saat burası Adana’nın tarihini hissedebileceğiniz çok özel bir yer, Büyük Saat Ziya Paşa’nın en büyük hayaliymiş, saat bitmeden Ziya Paşa vefat etmiş, zaten Ziya Paşa’nın mezarı da büyük saatin hemen yakınında, projesini çizip bitiremediği eserini eşsiz bir sonsuzlukla izliyor gibi Ziya Paşa...
Büyük Saat civarında Adana’nın dokusunu hissediyorsunuz, her ne kadar ticaretin merkezi yer değiştirse de eski ticaret merkezinin o çevre olduğunu anlıyorsunuz...
Burada gezerken birden karşıma Kazancılar çıktı...Kazancı şöyle bir yer, bir yol düşünün, iki tarafında da masalar var, insanlar o yolda oturuyorlar, böyle han gibi de değil...1903 yılından beri hizmet veren bir caddenin yıllar içinde bir kente mal olmuş bir alanı desek daha doğru olur...
Fotoğraf Sanatçısı Mehmet Günsür’ün “Adanalı Olacak Çocuk” isimli sergisini gördüm Kazancıda...
İşte dedim Vedat Abi; burada rakı içmeliyiz...
Kafamı çeviriyorum Menderes Samancılar, öbür tarafa bakıyorum Aytaç Arman...Bir diğer tarafta Erol Büyükburç ve daha nicesi...
Harika bir fotoğraf sergisi olmuş...
Mehmet Günsür’ü tebrik etmemek elde değil...
Sonrasında Adanalı dostlarıma özlem gidermeye devam ediyorum...
Yine Adanalı bir sanatçı olan Sevgili Yaşar Günaçgün’ün 20. Sanat yılı gecesinde beraber sahne aldığımız
Sevgili kardeşlerim, güzel müzisyenler Ahmet Kırmacı ve Burak Akyürekle buluşuyoruz...Ve Sevgili Alper Arundarla....
Alper abinin harika ve en içten kahkahasıyla, yine şarkı oluyor, yol oluyor, sevgi oluyoruz bir Adana akşamında; Yine bir Akdeniz şehrinde Akdeniz şarkılarıyla buluşmak için sözleşiyoruz...
Hızla yetişmeye çalışıyorum Mersin Trenine...
Adana çok sevdim seni diyorum Tren koltuğuna oturduğumda...
İçimde yine bir hüzün...
Acının, isyanın, zorluğun, sanatın , aşkın kenti...
Çukurovayı da anladım...Arkadaşlığı da...Yol olmayı da...
Ne kadar zor yollardan geçtikten sonra sanatçı olunup, ödülünün ölümsüzlük olduğunu da...
İki gün yetmedi Adana’ya...
Sevgiler Adana...
Her zaman, sevgiyle, sanatla ve aşkla...
Saygılarımla,