Uzun bir aradan sonra arkadaşlık kavramını sorgulamak istedim tam da Melike Demirağ'ın o muhteşem şarkısı çalıyordu radyomda...
Hemen bu yazıyı kaleme almaya başladım...
Acaba ne demekti arkadaş...
İnsan hayatının neresinde hangi anlamı işgal ediyordu...
Arkadaşlık kavramı dünyamızın neresinde ne şekilde hayatımıza nüfuz ediyordu...
Bunları düşündüm...
Etimolojik olarak konuya eğildiğim zaman, eski çağlarda arkanı dayadığın taş anlamından geldiği söyleniyordu arkadaş kelimesinin...
Çünkü savaş zamanlarında en sinsi gelen ölümler arkadan saldırı yoluyla gerçekleşmişti...
Hatta arkadan harçenlenmek ya da arkadan vurulmak gibi söylemler hayatımıza hiç te yabancı olmayan deyimlerdi.
İşte bu yüzden arkanı dayadığın taş çok önemliydi...
Arkanı dayadığın taş yani Arkadaş...
Bu gerçekten de güzel bir benzetme hatta metafordu...
Gelgelelim günümüz ilişkilerindeki arkadaş ve arkadaşlık kavramlarını ele alırsam, biraz da konuya sosyolojik olarak derinleştiğim zaman bambaşka saptamalar karşıma çıkıyordu.
Günümüzün arkadaşlık terimi, beraber vakit geçirmek, beraber gülüp eğlenmek, bir yere sürekli beraber gitmek, yaptığın herşeyi dipdibe burun buruna yapmak, yaptıkların ve yapacakların için arkadaş grubundan onay almak gibi bir takım davranışlara temellenebiliyordu.
Konuyu biraz daha derinleştirip tarih süzgecine sunduğum zamansa, kadının kadınla ve erkeğin erkekle kendi içlerinde arkadaş kavramlarına nasıl baktığı sorusu karşıma çıkıyordu.
Stephan Zweig'ın 18. Yüzyıl Viyanasını anlattığı Avrupadan notlar kitabında bir bölüm oldukça dikkatimi çekmişti.
O dönemler Burjuvazinin kültür ve sanat anlamında en görkemli çağlarını yaşayan Viyanada, boşanan bir kadın ilk önce kendi hem cinsleri tarafından dışlanıyordu.
Çünkü o zamanlarda bile diğer kadınlara kötü örnek teşkil eden bir davranıştı bu.
Sarsılmaz bir namus ve erdem kavramının içerisinde kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek mutlak bir
erdem ve mutlak bir ahlaklılık göstergesiydi.
Boşanan kadının ikinci bir hayat kurması ya da kurmaya kalkması da yine ilk hem cinsleri tarafından tepkiyle karşılanıyordu.
Çünkü hep ileri bir kültür olarak karşımıza çıkan burjuvazi içerisinde bile mutlak ahlak ve erdemlilik üzerinden giden baskı içeren kurallar bütünü vardı.
Aslında buna günümüzde mahalle baskısı desek hiç te yalnış olmayacaktır.
Ancak burada düşünülmesi gereken konu kişinin ilk olarak kendi hem cinsleri tarafından dışlanması ve ötekileştirilmesiydi.
Mutsuz olduğu halde yürütülen bir çok ilişkinin temelinde aslında el alem ne der korkusuyla bastırılmış ve birey olmasına izin verilmeyip, kendi kararlarından çok, bir önceki kuşağın kendine yakıştığını düşündüğü ailelerin çocuklarıyla biraraya getirilip evlendirilen insanlar yatıyordu.
Ancak kendini keşfeden birey kendi kararlarını alırken ilk ötekileştirmeyi bu sınıflaşma arasında sıkışıp ve bir önceki kuşağın ona dayattığı kararlarla yaşayan arkadaşları tarafından yaşayacaktı.
Hatta arkadaşları kendini keşfeden bireye, önceden böyle demiyordun ama, sen bu değilsin, ya da geç bunları gibi söylemlerle onu çizgisizlikle suçlamaya varan terimlerin arasına sıkıştırmaya ve hatta daha da ileri giderek kişinin seçimlerine saygısızlık yapmaya kadar varan davranışlarda bulunacaklardı.
Ayrıca grup,kitle yığın olarak hareket edilen arkadaşlık ilişkilerinde bir onaylanma dürtüsü söz konusuydu.
Arkanı dayadığın taş olabilmekten, kendi kurallar bütününü arkadaşının mutluluğunu hiçe sayarak arkadaşlığı bir sistem dayatmasına dönüştürmekti belki de bir çok arkadaşlık...
Oysa ki arkadaşlık onun mutlu olabildiğine sevinebilmekti...
Sürekli onu yanında isteyip kendi bencilliğini onunla paylaşmaktan çok onun varlığına sevinebilmekti arkadaşlık...
Arkadaşlık onun sürekli gelişmesini sağlamak, kendini geçmesinden keyif almak...
Sürekli yeni bir şeylerin ona kapısını açmak...
Sadece kötü gününde onunla üzülüyormuş gibi yapmak değil de iyi gününde de onun içindeki cevhere ayna tutmaktı belki de...
Hani derlerya ne kadar zaman geçirdiğinin bir önemi yok nitelikli olarak ne kadar zaman geçirdiğınin önemi vardır diye...
İşte belki de tam da buydu arkadaşlık...
Belki de acımasızca ve kızacağını bildiğin halde ona yanlışlarını söyleyip küsmeyi göze alabilmekti
arkadaşlık...
Yoksa atıverdin mi kendini dışarıya arkadaştan bol ne var...
Dedim ya arkada sağlam bir taş olabilmekti belki arkadaşlık...
Ne diyor şarkıda...
Evet arkadaş;kim olduğumu, ne olduğumu
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana
Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün.
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
Ayrılsak bile kopamayız.
Sevgilerimle...