Her yerin her olayın kendine göre bir şekillenişi kendine göre bir kök salışı vardı, bu yüzden verilen sözler, vadedilen umutlar bile insanda bazen durmuyordu.
İnsanın özünde bulunan doğanın baskılanmasını sorgulamak bile yüzyıllardır sıkışan ve sonra çıkacak bir delik arayan mağmanın yanardağ ağzından püskürmesi gibi asabiyet ve uyumsuzluk olarak algılanıyordu.
En acımasız olansa;Kölelik dediğimiz en utanç verici sistemin artık şeklini değiştirdiği hakikatını duyumsamak,hatırlamak ve hakikatini söylemek te ,bir uyumsuzluk, aykırılık ve asabiyet olarak görülüyordu...
Koskoca bir medeniyet hakikatı görmezden gelmeyi,görmediği hakikatın yerine, sahip olmak istediği putları koymayı kendi öz gerçeğine tercih ediyordu...
İşte tam da burada beyaz adam artık gemilerle zenci köle taşımayı bırakıyor, putlaştırılan bir takım şeylere kendine adayan insansa kendi eli ve ayağıyla o gemilere biniyor kendiniyse özgür zannediyordu.
En büyük trajedi ise, kendini mutlu zannetmek kendini mutlu göstermekle aynı anlama yaklaşıyor, onaylanmış mutlulukların kahramanları ,mutluluk yazılı pankartlarla insanı sınıflara ayırıyor, gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmeden, bir makinenin çarkındaki bir dişli görevini tamamladıktan sonra bir kenara atılıp ölümü bekliyordu.
Ne gariptir ki bunu da bilmeden ölmek varlık ve yokluk sebeplerini değiştirmiyordu...
--
Saygılarımla,