İçimde patlayan bir volkan var, benim cennetim dönmektir der Mevlana...
Geçenlerde Quantum fiziğiyle ilgili bir belgesel izlerken duydum bu sözü...
Bütün evren semah döner sözüyle kafamda oluşan bir takım düşüncelerin ünlü Quantum Fizikçilerinin ağzından dökülmesi konuya daha da ilgimi arttırdı...
Dünyada ki maddelerin atomlardan ve atomlarında parçacıklardan oluştuğunu biliyordum, lisede her ne kadar sözel grubu öğrencisi olsam da fizik derslerini yakından takip eder matematiğim kötü olduğu için formülleri anlayamasam da, elektrotlar yardımıyla suyu hidrojene ve oksijene nasıl ayırdığımızı hala hatırlıyorum.
Sonrasında periyodik cetveldeki bir çok elementin ilk kan tahlili testimde ortaya çıkmasını da garipsedim önce, doğada olan elementlerin bazıları vücudumuzda da vardı. Demir ve fosfat gibi mesela...Önce garipsesem de bu durum benim evrenin bir parçası olduğumu evrenin de benim bir parçam olduğu konusunda düşüncelere itti.
Sonrasında Batı Felsefesindeki A Adır ve B dir kesinliği üzerine düşüncelere daldım, bu sırada Nasreddin Hocanın bir fıkrası çıktı karşıma, Bir adam karısından boşanmış Hocaya şikayete gelir, hoca adamı dinler ve haklısın der,Sonra Kadın adamı şikayete gelir, Hoca kadına da haklısın der,bütün olaya şaitlik eden Hocanın karısı, Hoca der sen nasıl insansın ikisine de haklısın dedin böyle şey olur mu ?
Hoca karısına döner ve sen de haklısın Hanım der.
İşte bu yaklaşımdan yola çıkarak doğu felsefesinin peşine düşmeye çalıştım. Quantum fiziğine göre bir şeyi değerlendirmenin yolu onun döndüğü sıradaki yere göre değişirdi, yani dogmatik bir rasyonalizmle olayı değerlendirmeye kalkarsak, A A dır ya da B B dir dersek asla bir doğruya ulaşamıyor tam tersine kendimizi bir yere sabitliyorduk...Doğruyu aramak üzere kurulu bir araştırma ruhunun evrenden beslenmesinin önünü kesiyorduk belkide...
Dünyadaki maddeler evrene göre çok küçüktü ancak bizlere çok büyük geliyordu, bizim şu an mikroskopla bakınca görebileceğimiz bize uzaktan küçük görünen şeyler ise dünyadan çok daha büyük şeylerdi mesela, bu yüzden dünyadaki görüntüleri ve şekilleri aşmamız gereken bir durum da vardı.
Ancak o zaman dünyadaki madde v.b gibi şeylerin üzerine çıkabilirdik...
Evrendeki kaos teorisini ebru sanatında karşıma çıkan renklerin şekilsizliğinde bulabiliyordum bazen. Bazen de bir Picasso resminin kendine has çizgilerinde.
Ancak şimdilerde bu konularda bir pazar haline geldi, size mutluluğu vadeden anlık rahatlamalar sağlayıp Quantum Diyetine kadar uzanan eğitimler gözüme çarpıyor, yeni dünyanın yalnız ve kendini tanımayan insanlarını Mevlana üzerinden eğitmeye çalışan ancak asla hayatlarına bunu sokamayan eğitimlerle dolu heryer...
Ben kutsal ışığı ruhumda hissediyorum diye başlayan sonrasında koşulsuz kabullenişle devam eden bir sürü kitap, v.s ile karşılaşıyorum.
Eski çilehanelere çıkıp 40 gün ekmek ve suyla kendini eğitme çağında değiliz ki artık, ya da herşeye teslim olup aklımızı gönlümüzden ayırıp yaşayamayız, Köyde ermek kolayken tüm zayıflıklarımızla Kentte ermektir önemli olan...
Bunun da yolu galiba kendini tanımak, kendinle yüzleşmek, yalnızlıktan korkmamak ve sorunlardan kaçmak yerine sorunların üzerine gitmek ve kendi içimize dönüp ne kadar zor olsa da iç görümüzü genişletmekten geçiyor.
Göğe bakıp tefekkür etmek, göğe bakmanın ve dalıp gitmenin boş birşey olmadığını anlamak, eşsiz dengenin izlerini hayatımızda bulmak, bunun için gerçekten çaba harcamak gerekiyor...
Ha bu kadar konuşuyorsun sen yapabildin mi diye soruyorum kendime...Hayır henüz yolun başındayım...
Yine bir Nasreddin Hoca fıkrasıyla bitirmek isterim yazıyı...
Birisi Hocaya sormuş,
Hocam sen ne iş yaparsın ?
Hoca hiççç demiş ve sormuş Sen ne iş yaparsın ?
Ben koskoca mutasarrafım hocam demiş
Hoca sonra ne olacaksın demiş,
Hocam Kadı olacağım demiş.
Sonra Hoca yine sormuş ya sonra ?
Vezir olacağım demiş...
Hoca yine sormuş Sonra ne olacaksın ?
Adam Hiç demiş oraya kadar...
Hoca ben sana Hiçim demedin mi bak ben geldim o mevkiiye çoktan demiş...
Sevgilerimle