Bazı rüyalar vardır hani, ansızın bir şeye uyanırsın ve sonra rüyaya devam edebilmek için tekrar yastığa başını koyarsın ama uyuyamazsın...
Hayat bana bir rüya halinde olmak gibi geliyor hep, geçmişe dönüp bakınca önceki zamanı hatırlatan bir kaç iz, eşya hatta bir koku kalıyor geride...
Ölüm de bir rüya hali belki de...
İnsan öldüğünü ya da yaşadığını bilmeden bir karmaşanın içerisinde, bir döngünün dişlilerinde buluveriyor kendini...
Yaşama devam edebilmek için yapılması gereken bir sürü şey, oynanması gereken bir sürü rol, kurallar yerine getirilince mutlu edilen bir sürü insan...
Ölümün kavurucu ve dönüştürücü etkisini damarlarıma kadar hissetiğim olay:Babamın ölümüydü...
Acile yetiştiğim zaman, onu tekrar hayata döndürmek için yapılan elektro şokun şiddeti kapıdan duyuluyordu...
Hadi baba hadi baba...Sen güçlü bir insansın...Hadi baba...
Sonra şok sesi kesildi...İçime bir bıçak saplandı...
Evet içeride babamın başında duran bir çok doktorun çabaları yetmemiş farklı bir diyara yolculuğa çıkmıştı kendisi...
En başta bahsettiğim döngüye doğru,herşeyin evrenin kendisine dönme süreci başlamıştı babamın da...
İnsan sudan çıkmış balığa dönüyor, bir de en çok koyan ve çocukluk yıllarında unutamadığım olay şudur;
babamın ticari ilk deneyimi sonrasında iflas edişinde,eve gelen bankanın avukatı ve icra memuru, şunu da yazın bunu da yazın diyerek ortalığı gürletirken, atarimi sandığın içine saklamıştım...Adam eliyle her eşyayı gösterdiğinde, Elm sokağında kabus filmindeki Freddy’nin eline dönüşüyordu sanki...
Evde bir şey kalmamıştı...
Ama baba bu işte, gitti hemen balık aldı, bir piknik tüpü, bir de salata malzemesi...
Hiç bir şey olmamış gibi hayata devam ettik...
Ancak Bak oğlum hayatta insanın herşey başına gelir yeter ki ölüm olmasın diyen komutanım bir acil odasında yenilmişti ölüme...
Şimdi yenilmeyecek ne kalmıştı diye çok düşündüm sonraları, ya da uğruna mücadele edilecek şeylerin bir çıkarım aşaması geldi karşıma...Bu kadar aniyse eğer herşey ve bu kadar gerçekse,kendimizi bu kadar özelleştirip mutsuz etmeye ne gerek var...
Olmamız gerekenlerin tenhasında yaşarken, olmamamız gereken şeylerin doğruluğunu acaba kim belirler...
Bir süreç yaşanıyor, birileri geliyor birileri gidiyor işte...
Sonra yavaş yavaş anları keşfetmeye başladım...
Artık ne geçmişi geri döndürebilirdim ya da geleceğin ne olacağı konusunda korkulara kapılıp anımı mahvedebilirdim...
Elimde olan tek şey şu andı...
O anı iyi değerlendirmeliydim...
Çünkü anı iyi değerlendirdiğimiz takdirde zamanın kaybolmadığını fark ettim, yeni öğrenilen bir söz, bitirilen bir kitap, çıkılacak bir yolculuk, evin önünde yapılacak bir gezi, yazılacak bir şarkı,yeni tanınanacak insanlar...
Anlar anları doğurmaya başlıyordu...
Eğer anı iyi değerlendirirsek o anı iyi değerlendirdiğimiz kadar başka anlar sunuyordu hayat bize...
Evet belki zaman yine geçiyordu, durduramadığımız bir rüzgar gibi kayalara çarpıyordu bazen, bazense belli belirsiz bir meltem rüzgarı gibi usul usul kulağımızı okşuyor ama yine de geçiyordu...
Hepimizi, herşeyi öğüten bir değirmen varken karşımızda, neyin mücadelesindeyim hala anlam veremiyorum bazen kendime de...
Kayalardan filizlenen çiçekler, dalgalar çekildikten sonra taşlarda kalan yengeçler, engin uzak ufuk çizgisinden geçen gemiler...
Bitecek işte bir gün hepsi bitecek...
O yüzden hepimize tanınan bir zaman var...
doya doya yaşamak lazım hayatı...