Mağara adamı mağarasından çıkıp, avlanıp mağarasına geri dönüyordu... Eve yemekle döndüğü zaman iyi adam oluyordu...Çünkü hayatının devamlılığını sağlayabiliyordu...İnsan avcılığı bırakıp toprağı keşfettikten sonra her şey bir süreliğine değişiyormuş gibi bir hal aldı...Yerleşik düzene geçen insan, toprağı ekip biçerken fark etmedi... İçine mülkiyet duygusu yerleşti....
Mülkiyet arzusu yani bir şeye sahip olma arzusu...
Sonrasında üretim fazlası ortaya çıktı...
Kendine yetenden daha fazlasını üreten insan, elindekileri başkalarıyla değiştirmeye başladı. Bu değiştirme sırasında başka toprakları başka yerleri keşfetti...
İlk baştaki mülkiyet hırsı, ticaret yoluyla keşfettiği toprakların da sahibi olma hırsını beraber getirdi...
İnsanlar toprakları için savaşmaya başladı... Savunmak için ya da savaşı kazanmak için daha sert madenleri kullanmaya başladılar... Madenleri keşfettiler...
Bu döngü hiç değişmedi...Sadece döngünün şekli değişti...
İnsana Mağarasından çıkıp bir geyik avlamak yeterken, insanoğlu başka coğrafyaları da mülkiyeti almak istedi...Devamında sınırlar oluştu...
Peki şimdi nasıl, farklı olan ne...
Mağarayı evimiz gibi düşünürsek, milyonlarca hatta milyarlarca insan evinden neden çıkıyor...
Sabah işe neden gidiyor...
Cevap belki de çok basit...
Evlerine yiyecekle dönebilmek için...Evet insan avlanmıyor artık ancak, hayatını devam ettirebilmek için evden yani mağarasından çıkıyor...
Mağara insanının ihtiyaçları ile günümüz insanının ihtiyaçları ne kadar değişse de;yaşamın sürdürebilirliği anlamında ikisinin de ortak paydaları var...
Bu günün insanı da geyik yerine elde ettiği parayla da geri dönüyor...Bu parayla yiyecek alıyor...Doğadan gidip yaprak toplamak yerine, hazır mağazalardan kendine kıyafet alıyor...Belki mağarada yaşamıyor ancak barınma duygusunu yine mağaraya benzer, yani yağmurdan, soğuktan yani iklim şartlarından korunmak amacını taşıyor....
Bazen bu bir gecekondu, bazen site içerisinde bir daire, bazen bir otel odası olabiliyor. Sonuç olarak doğanın mağaralarında değil de kendi yaptığı lüks mağaralarda yaşıyor insan...
Olaya biraz mizah katmak istersek, Bazen düşünüyorum...O dönemlerde şöyle konuşmalar var mıydı acaba...
“Ay Ayşelerin Mağarasını gördün mü, bir mağaraları var, giriyorsun koskoca bir boşluk, ay bir de yan duvarı kendileri oyup yandaki küçük mağarayla birleştirmişler”
İşin şakası bir yana, mağaradan gelip de şu an evlere sığamayan ve hiç bir şeyle yetinmeyen bir insanoğlu ortaya çıkıyor...
Doğayla tamamen uyumsuz bir insanoğlu...
Mağara insanı doğayla ne kadar uyumluysa bir o kadar yaşadığı gezegeni yok eden bir insanoğlu...
Ne kadar doğayı seviyor gözükse de kendi lüksüne geldiğinde gerek kullandığı malzemeyle, tüketim biçimiyle yavaş yavaş yok etmeye koşullanmış bir insanoğlu...
Peki ya sanat bunun neresinde kalıyor...
Tüketime odaklanmış salt ticaret anlayışıyla yapılan üretim mi artık sanat...
Ya da Avlanmaya gitmeyip, Mağaranın duvarına Geyiğin resmini çizen, bin yıllar içerisinde buradan Hiyeroglif resim yazısının ilk temellerini atan, buradan da alfabeye dönüşüp koşuşmamızı sağlayan insan mı...
Mazhar Alanson’un şarkısı geliyor aklıma;
Bütün kabile kızar bana,
Derler bu adam hiç uyumaz mı...
Bu adam hep düşünür mü...
Bir kuş ölmüş diye üzülür mü...
Gündüz böyle diyenler
Akşam olunca,
Ateşler yakılınca
Denizler coşunca
Ben bir şarkı söylerim
Yorgun insanlara
Bakın bakın Martılar uçar
Bakın bakın yıldızlar uçar