Adana Mersin arası yaklaşık 1 saat süren tren yolculuğundan sonra Mersin Garına indim...Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiiri karşıladı beni... Mersin ‘de “Bir daha dünyaya gelirsem eğer, İsterim ömrümün her senesinde, Günlerim hep böyle geçsin Mersin’de”
Tren Garı hemen merkezde yer alıyor...Tabii ben ilk defa gittiğim için navigasyon yoluyla merkezde olduğumu anlıyorum, şehrin doğusuna doğru yürümeye başlıyorum...Bir de bakıyorum ki Hurma Ağaçları...Hava latif bir hava...Diyorum ki aynı bizim Antalya baharı...Ne ısırıyor rüzgar ne de bunaltıyor...
Şehrin doğusuna doğru Tekneler diye bir yer var...Balıkçı tekneleri bağlanmış kıyıya, restaurant gibi çalışıyorlar...Denizin kıyısında bir şehir...
Yavaş yavaş gün ışıldıyor Mersin’de , Mersin Arkeoloji Müzesini buluyorum, gerçekten gezilmesi gereken bir müze, daha sonra şehre doğru devam ediyorum...
Yolda eski Mersin feneri var...
Şu an restore ediliyor...Bir müddet izliyorum feneri...Kim bilir kaç gemiye rehberlik etti şu koca yalnız fener diyorum...
Mersin gerçekten güzel bir şehir...
Antalyalı olarak hiç yabancılık çekmezsiniz...İnsanlar çok sıcak kanlı ve yardım sever...
Cumhuriyet Meydanı ve Atatürk Evini gezdikten sonra, Meşhur Mersin Tantunisinin izini sürmeye başlıyorum...
Kime sorsam Yaprak Tantuni diyor...
Mersinli bir vatandaşa soruyorum tarif ediyor...Arkamdan da beni izliyormuş...Yanlış bir sokağa giriyorum arkadamdan koşup geliyor...
Şefim diyor hayır ordan değil, gel ben seni götüreyim...Tantuniciye kadar götürüyor beni...
Yaprak Tantuni Mersin’in en meşhur işletmelerinden, sahibi Ahmet Beyle tanışıyoruz, çay üzerine çay ikramı bana...
Gerçekten işini severek yapan bir insan...Hani derya Konfüçyus “İşini seversen ömür boyu çalışmazsın” tam da öyle birisi...
Sonrasında Mersin Çarşısını gezdim biraz, bir dosttan selam götürdüm Mersin’in en eski esnafına...
Mersin çarşısı aynı bizim kapalı yol...
Allah Allah dedim bir ara yoksa ben Antalyadamıyım...
O kadar benziyor dokusu ve ruhu...
Sonrasında Otogarın yolunu tuttum...
Yeni otogar Mersinin en tepesinde...Dolmuşla yaklaşık 40 dk sürdü gidişimiz...Biraz zor ulaşılıyor ve yolları yorucu, zaman içerisinde ulaşım ağı daha da güçlenir diye düşünüyorum...
Otobüse bindim...Mezitli ve Erdemli den geçti otobüs... güzel yerler hepsi ancak kıyıdaki binalar yine hoşuma gitmedi...
Ancak Mersin’in güzelliği kapatıyor yine de bir çok şeyi...
Sahildeki Mersin İdman Yurdu anıtı da görülmeye değer yerlerden...
Çocukluğuma gittim yine Mersin İdman Yurdu-Antalyaspor maçları...
Eski stadın arkasında otururken Babam idman yurdu maçlarına götürürdü beni...
Tekrar görüşmek üzere deyip ayrıldım Mersinden...
Ver elini Aydıncık...
Yaklaşık 3 saat 20 dakika süren yolculuktan sonra Aydıncık’a ulaştım...Yıl 2002 Arkeoloji öğrencisi Onur; Aydıncık Kelenderis kazısında...Aradan 17 yıl geçmiş...
Aydıncık hala aynı duruyor...Kazı evimize gittim hemen...Taş bina kapıları kapalı...Sonra Limana geçtim...Aydıncık Limanı ne kadar şahane bir yer...Limana yakın olan Arsinoe restaurant vardı burada...Hasan abi ve eşi işletiyordu...
Sırt çantamla girdim restauranta kimseler yok...Birden Hasan abi çıktı karşıma buyrun diye...Sarıldık kocaman...Sonra kazıda beraber çalıştığımız Ali geldi...
Ali beni Taş Masaya çıkardı...
Altımızda müthiş bir Aydıncık manzarası...Mutlaka giderseniz Taş Masayı görün derim...Buradan Karaseki köyüne gittik...Çağla yolduk..Sonrasında ince kuma gittik...İnce Kum plajını da mutlaka görün derim...
Aydıncık tam bir sahil ilçesi...Bozulmamış ve kendi halinde bir yer...Herşey doğal ve samimi... Eğer alternatif bir tatil düşünüyorsanız kesinlikle tavsiye ederim...
Çok fazla otel yok...Oteller de eski pansiyon samimiyetinde...
Evet şimdi ver elini Antalya...
Bu arada Anamur’dan önce Aydıncık’dan sonra
Bozyazı’ya da bayıldım...
Bir gün tekrar yolum düşerse mutlaka uğrayacağım...
Saygılarımla,