Arthur Schopenhauer, bir eserinde şöyle der;
“Doğuştan gelen bir tek yanlış vardır,o da varoluşumuzun temel nedeninin mutlu olmak olduğudur. Bu inançta ısrar ettiğimiz müddetçe dünya bize çelişkiler içinde bir yer olarak görünecektir.Çünkü her adımımızda , büyük şeylerde olduğu kadar küçük şeylerde de, dünyanın ve hayatın mutlu bir varoluş için uygun olmadığını bütün açıklığıyla göreceğiz. Bu yüzdendir ki tüm yaşlıların yüzlerinde hayal kırıklığı dediğimiz ifadeyi okuruz”
Bu tespitten yola çıkarak, mutluluk kavramını sorgulamak istedim bu yazımda;
Sahi mutlululuk, mutlu olmak, mutlu kalmak nedir ?
Ya da insan neden sürekli mutlu olmak ister, mutluluk dediğimiz şey acaba , sahip olunmaya çalışılan bir madde haline mi gelmiştir...
Sanıyorum ki mutluluk da, insana has duygulardan yalnızca bir tanesidir...
Tıpkı hüzünlenmek, acı çekmek, kaygılı olmak, ağlamak, heyecanlanmak gibi...
Mutluluk da sadece ve sadece bu duygulardan bir tanesidir...
Sürekli mutlu olmak diye bir şey söz konusu olamaz, insan belirli duyguları hayat içinde yaşar gider, bazen acı çeker, bazen hüzünlenir, bazen kaygılanır, bazen heyecanlanır ve bazen de mutlu olur...
Sadece bir tek duygu amaç edinildiğinde bu da doğal olmayan sonuçlara neden olur, insan sürekli mutlu olmaktan sıkılıp kendini başka mutluluklar peşinde koşarken bulacaktır...
Bu yüzdendir ki insanın kendisiyle yüzleşirken kendine has duygularına yabancılaşmaması ve kendi özünü kabul etmesi gerekir...
Bir de İnsan neye göre mutlu ya da neye göre mutsuzdur...
Bu soruyu sorarken, insana mutluluk olarak sunulan olguların ;artık bir şeylere sahip olmaktan ya da çeşitli yarışlara girip bir yerlere tırmanmaktan geçtiğini görürüz...
İnsanı özel kılan zaten insanın tekliği ve kendi içinde özel olmasıyken, insanın sahip olduğu şeylerle ya da kariyeriyle değerlendirilmesi de sanıyorum yüzyılımızın en büyük kapitalist çelişkisidir...
Kapitalist sistem insanı pazar olarak gördüğü için, insanın farklılıkları ve duygularıyla ilgilenmez, tam tersine farklı olanı dışlar ve sistemin dışına atar...
Bu yüzden çemberin dışında kalanlar mutsuz olarak algılanırlar...
İşte burada çok önemli bir nokta vardır...Sistemin mutluluk piramidine ulaşıp mutlu görünmekle, kendi hüznü ve duygularıyla yaşayabilme cesaretini göstermek...
Malum; mevcut dünya bu sistemle yönetilmektedir, ancak sistemin içerisindeki en önemli aktörler bile artık duygusal zekanın kaybolduğunu ve gelecekte bu zeka türüne daha fazla ihtiyaç duyulacağını bir çok makalede açıklamaktadırlar...
Günümüzde gerçekten durum böyledir, insanın çocukluğuna ve geçmişine özlem duyması ve insanın bu amansız yarışının içerisinde giderek birbirine benzeyip, tektipleşmesi, özünü unutması bir takım duygusal açlıkları beraberinde getirmektedir...
Artık içinde duygu olmayan, fabrikasyon bir çok öğreti ile karşı karşıyadır insan...
Mutluluk arayan insan, hiç çaba sarfetmeden, mutluluğu da satın alınabilir bir meta olarak görmektedir...
Bu yüzden insan; hadi şunu yapayım o zaman mutluyum, şurdan şunu alayım mutlu olurum, ya da şuna gideyim o beni mutlu eder, şeklindeki mutluluk arayıcıları haline dönmüştür...
Oysaki mutluluk bizlere birileri tarafından verilen bir ilaç, bir öğreti ya da bir tavsiye şekli değildir...Yani sadece bunları yapmak mutlu olmak için yetmez...
Mutluluk gerçekten onun duygulardan yalnıca bir tanesi olduğunu kabul edip, onu mutlak amaç haline getirmemekle başlar...
Mutluluk ansızın gelen bir yağmur gibi ya da fırtına sonrası birden açan güneş gibidir...
Mevsimler gibidir...Nasıl Kıştan sonra bahar gelir, yazdan sonra ise sonbahar...
Böyle bir şeydir...
Mutlu olan insanının mutlu olduğunu göstermek aklına gelmez ki...
Gerçekten huzurlu insanın huzurluyum demek aklına gelmezki...
O bir trans halidir...
Sadece yaşanır...
Mutluluklar dilerim...