Ne zaman yeni bir şehre gidecek olsam, akşam heyecandan yatamam, sağa dönerim sola dönerim uyuyamam.
İçimde sanki bir kuş kanat çırpar, bir türlü yelkovan akrebi hareket ettiremez, bütün saatler benim heyecanıma inat yavaşlar bir türlü sabahı edemem.
Bir ara uyur gibi olur birden uyanırım, hemen perdeyi açarım yine gün doğmamış olur tekrar saate bakarım tekrar uykuya dalmaya çalışırım.
İşte böyle günlerden bir tanesinde sabahın olmasını beklemek yerine sabaha ben gideyim dedim, yani ben sokaktayken sabah olsun, sabah olurken hareket halinde olayım ki sabahın nasıl olacağını düşünmeden bir bakayım sabah oluversin...
Çantamı alıp sokağa attım kendimi, sabah olmadan nedense her yer kapkaranlık olur, gece zaten karanlık değil mi demeyin, güneş doğmadan öyle bir an vardır ki ortalık iyice zifiri karanlık olur ,bu karanlıktan sonra da ağır ağır beyazlaşmaya başlar kaldırımlar, siyah beyaz bir filmi izlemeye gelen insanların suratlarına ilk ışığın vuruşu gibi sadece silüetlerin var olduğu ve hiçbirşeyin tam olarak belli olmadığı bir zaman parçasıdır bu...
Üşümeyle ısınma arasında kalmış suratınıza vuran ve o adını tam olarak tarif edemediğim ,ılık olmasına rağmen soğuk, soğuk olmasına rağmen üşütmeyen bir esinti vardır bu zamanda...
Temizlik İşçilerinin süpürgelerini asfalta sürtmesiyle ortaya çıkan sesler bir yandan yeni ötmeye başlayan kuşların cıvıltısıyla birleşir, ayıldıktan sonra dün geceki külhanbeyliğinden eser kalmayacak delikanlı naralarıyla inler sokaklar, birbirinden ayrılmak istemeyen sevgililerin sabahın olacağını unutup birdenbire gerçekle karşılaşınca yaşadıkları hüzünler şarkılara da döner bu zamanda.
Bu zamanı tam tarif edebildim mi bilmiyorum,ama devam edeyim isterseniz;
Sırt çantamın askılarına daha da sıkı sarılarak, terminale doğru yürümeyi seçtim...
Sırt çantamın böyle bir özelliği vardı benim, sanki bir arabanın vites yükseltip hızlanması gibi benim de sırt çantamın omuz askıları vites işlemi görürdü, ne zaman gideceğim yol bana uzak gibi görünse,başımı öne eğer, bu askılara sımsıkı sarılıp aşağı doğru çekip hızlanırdım...
Bir kaç metodum daha var hızlanmak üzerine, şimdilik bunlar bir kenarda dursun..
Öyle hızlanmış olacağım ki daha önce geçmediğim bir sokakta buldum kendimi,
Sarı ile turuncu arasında ışık veren sokak lambasının yarım yamalak aydınlattığı bir sokaktı bu ,hatta tam lambanın kör ışığının düştüğü yerde anlaştığı meşrubat şirketi tarafından yaptırılan kahvehane tabelasının kırılmasından dolayı içeriden fırlayan beyaz florasan ışığı da bu yaşlı sokak lambasına destek olmasa sokak karanlıktı diyebilirdim.
Saatime baktım, tam bir saatim vardı...
Ama ben yarım saatte terminalde olabilirdim...
Tabelası bir meşrubat şirketi tarafından yaptırılıp sonradan kırılan ve içeriden beyaz florasan ışığı fışkıran kahvehaneye oturmaya karar verdim...
Masalar bordo bir masa örtüsüyle kaplıydı, ancak masa örtüleri kalın ve süngerliydi, yer yer siyahlaşan alacalı bulacalı solmuş örtülerdi bunlar...
Kahveyi işleten adam geldi...
Bir tane çay söyledim...
Daha su kaynamadı 10 dakka beklersen taze iç dedi...
Tamam dedim...
Kahvehaneyi incelemeye başladım;
Hemen iki masa yanımda, bir adam kollarını yastık yapmış, kafasını kollarına dayamış ve masanın üzerine dayanmış uyuyordu.
Adam öyle rahat uyuyordu ki sanki yıllardır evi orası gibiydi...
Adam birden kafasını kaldırdı, yüzünü bana döndü gülümsedi günaydın dedi...
Günaydın dedim...
Yüzü kırışıklarla dolu olsa da mavi gözlü yakışıklı bir adamdı, takım elbise giymişti, beyaz yakalı gömleği lacivert takımın içinden sabahın loşluğunda gözüme ilişmişti.
O saate ve o kahveye göre temiz bir adamdı.
Sonra adam ayağa kalktı, haydi gününüz güzel olsun dedi, hafif aksıyor ama sonra yürüyüşü saliseler içinde toparlanıyordu...
Adamı izlerken önüme koyulan çay bardağının kaşığından çıkan sesle irkildim...
O küçücük ses bana okul zili gibi gelmişti...
Adama döndüm kimdir kendisi dedim ?
Uzun hikaye dedi...
Bazı akşamlar gece yarısı gelir, sabaha kadar masada oturur, sabahı ettikten sonra gider...
Zararsız kendi halinde birisidir, hiç kötülüğünü görmedik...
Adam devam etti...
Burası sabahçı kahvesidir...
Burada kimseye hayatının hikayesi sorulmaz...
Gelirler ve giderler...