Hiç bir yaşanmışlık eğer kalpten ve gönülden geliyorsa kaybolmaz dedikleri bu olsa gerek...
Yaşanmışlıkların bizlere kadar ulaşması ve her acının her sevincin kulaktan kulağa aktarılarak ölümsüz bir hale gelmesi ve çekilen ortak acıların ve mutlulukların ölümsüzleşmesi...
Ben en çok bunu türkülerimizde bulurum...
Bir coğrafyanın acılarını,sevinçlerini hüzünlerini kısacası yaşanmışlıklarını öğrenmek isterseniz önce şarkılarına bakmak lazım...
Anadolu coğrafyasındaki türkülerimizde işte tam da bunu söylerler bize...
Kırmızı buğday ayrılmıyor sezinden
Mevlam güzel versin gencinden
Kim ayrılmış ben ayrılem eşimden derken ayırmayın bizi diye seslenir aslında türküler...
Çarşambayı sel alır, bir yar sever el alır mesela... Söyleyememiştir sevdasını, bana yar etmezler diye düşünmüştür belki de gizli sevda çekmiştir aslında türküler...
Emirdağdan bir geçme ilen yol olmaz, altın çöpe düşme ilen pul olmaz diyerek ne derlerse desinler senin değerin benim gönlümde değişmez demiştir mesela türküler...
Oy Aman aman, burası Adıyaman, alem düşman kesilir seni sevdiğim zaman derken, araya girip te bu iş olmaz diyerek aşkları koparıp kara sevdaya döndüren zihniyeti eleştirmiştir türküler...
Bahçe Duvarından aştım, sarmaşık güllere dolandım,öptüm koktum hellaleştim derken,kimseler görmeden hellaleşip acı bir vedayı anlatmıştır bazen türküler...
Yaylaların yeli soğuk esmez mi ah esmez mi,sevdiğim de rüyalara girmez mi,girmezse de gönül sana küsmez mi, yol ver bana Çubuk Beli geçeyim derken, rüyalarda bile görmeye razı olunacak kadar çok sevmiş olmanın hasretini anlatır bazen türküler...