Oldum olası yazları sevmedim hiç, yazın tam da ortasında doğduğumdan mıdır bilmiyorum,
Yazlar hep kalabalık sahillerin yorgunluğunu anımsatır bana, gereksiz bir telaş içinde hazırlanan çantalar,
Her yerden birbirine karışan diskotek sesleri,
Gökyüzünden izlenebilecek kadar yoğun bir yığının bir yerden bir yere göçü,
Terlemiş tshirtlere düşen soğuk suyun irkiltisi,
Otel odalarının içine düştüğü çaresiz seçimsizlik,
Araba konsollarındaki sıcaklık derecesi ve denizin çok umrundaymış gibi huzurlu ayak resimleri...
Anlamsız gündüz eğlencelerinin arasına karışan, güneşten bir Afrikalıya dönmüş İnşaat işçilerinin çekiç sesleri...
Yeni bir yer keşfediliyormuş gibi, zaten çocukluğumdan beri bildiğim Çıralı,Adrasan, Olympos, Kaş parodileri...
Yaz yaklaşırken bir spor yapma telaşı, tehlikenin farkında mısınız paniğiyle spor yapmayı güzel olmak zannetmek..
Amuda kalkabilmenin o içi boş yalnızlığı...
Galiba doğayla gerçek anlamda riyasız bir şekilde baş başa kalmayı arzuladığımdan ve doğayı yalnızlığıma bahane etmek istemediğimden;
Sonbaharı ve İlkbaharı daha bir örtüştürüyorum kendimle...
Kalabalıkların bir med-cezirin suları gibi aniden çekildiği zamanı bekliyorum...
Boş bir sahilin kenarına oturup, dalgaları dinlemek, kuşların sesini duyabilmek, yorgun sandalyelerin ve masaların hüznünü izlemek, ağlarını tamir eden balıkçılara yardım etmek, dingin bir akşamda bir iki tekle günü batırabilmek, sessiz kalabalığın şarkılarını içime çekebilmek...
Plajda gördüğüm yırtık şemsiyeler, kırık şezlonglara şiirler yazabilmek,
Sahil kasabasında sezonu atlatmış ama hala açık ve kendinde olan restaurantlarda mevsim balığı yiyebilmek...
Eski bir dostla buluşabilmek...
Eskiden başkaydı;
yaz geleceği zaman biraz da olsa heyecanlanırdım,
gezmeler tozmalar, yaz aşkları, sahilde ateş ve gitar,
Eylül de ayrıldığımız Ankarada buluştuğumuz ve herşeyin farklı olduğunu gördüğümüz hüzünlü aşklar...
Yaz geleceğinde heyecanlanırdım,
Ege’nin o müthiş şarkısı Yaz Aşkım daki gibi,
Başlamam biteceğini bile bile bu aşka başlamamın tenhasında kendi içimdeki bir zenginliğe bedellenen bir anlam bulurdum yaz aylarında...
Şimdi bir sürü telaş buluyorum...
Vizyona yeni girdiğinde popüler, sonrasında hemen sönen bir film gibi hemen yazın geçmesini istiyorum...
Murathan Mungan’ın o müthiş kitabı geliyor aklıma...
“Yaz Geçer”
Yalnız Bir Operadaki ‘Eylül’de aynı yerde aynı insan olmamı isteyen notunu buluyorum ...
Evet yaz geçer...
Ağustos çabuk geç...
Yazılacak şarkılar, okunacak kitaplar, ıslanacak yağmurlar var...
Eylül’ü özledim...