Ekim ayında hala tişörtle geziyorduk. Son birkaç gündür, gömlek üzerine hafif svettişörtlerden giymeye başladım. Sabah akşam ise hırka alıyorum yanıma. Soğuk olursa giyerim diye.
Ofisteki arkadaşlarla son günlerdeki aramızda geyik mevzusu bir türlü gelmeyen kış günleriydi. Şehir dışından arayanlar “Havalar nasıl” diye sorduğu zaman “Kendisini Ağustos zanneden Ekim ayındayız” diyorduk. Geçtiğimiz hafta biraz yağmur yağdı da az biraz kendimize geldik.
Çocukluğumda yağmur yağmadığı her boş günümüzde mutlaka tarlaya giderdik. Tarlada yapılacak mutlaka iş vardı. Hiçbir şey bulamazsak, babam bize tarlanın içindeki taşları toplattırırdı. Tabi soğuk kış günlerinde ellerimiz, ayaklarımız üşüdüğü zaman bir ateş yakar ve biraz ellerimizi ayaklarımızı ısıtır tekrar taş ayıklamaya başlardık. Nedense vücudumuz çalıştığı için kan dolaşımı hızlı olduğundan üşümez ama ellerim ve ayaklarım hep soğuk olurdu.
Bu nedenle çocukluğumdan bu yana soğuk havalarda yanan ateşe bayılırım. Yağmurun ise çok daha özel bir yeri vardı bizde.
Bunu size anlatmalıyım.
Çocukluk arkadaşım ve akrabam olan gurur duyduğumuz bir doktorumuz var. Bu gün Antalya’nın en başarılı ve en tatlı dille Kadın Doğum Uzmanı Op.Dr. Şerife Şeniz Yurtseven. Çocukluğumuz beraber geçti. Hep birlikte tarlalarda az koşturmadık yani. Birkaç yıl önce yağmurlu bir günde beraber oturduk, sohbet ederken yağmuru onunda benim de çok sevdiğimizi fark ettik. Sonra bizim köydeki bizim yaş grubundakilerin hemen hepsinin yağmuru sevdiğinden filan bahsetmeye başladık.
Sonra fark ettik ki, bizim yağmuru sevme nedenimiz varmış.
Çünkü yağmur yağdığı zaman biz tarlaya gidemiyorduk. Çamurda çalışılmayacağı için evde sobanın başında sıcacık oturuyorduk. Meğer biz yağmuru bu nedenle seviyormuşuz. Tabi “Tembelliğimizden” demedik.
Şimdi yağmur yağsın, ben sıcacık sobanın başında olayım diye hayal kuruyorum. Ama yağmur yağsa da yağmasa da bu gazete çıkacak.