Geldik yine rüzgarlı bir Eylül sabahında işe. Sabah Konyaaltı sahilinden geldim bu gün. Pırıl pırıl bir deniz, bu kadar sakinlik ve dinginlik içinde birkaç muhtemelen yabancı uyruklu kadınlı-erkekli grup denize giriyor.
İçimden “Bu memleketin sefasını gerçekten yabancılar sürüyor” dedim. Bu düşünce geçer geçmez aklıma başka şeyler üşüştü. Bir gün Işıklar Caddesinden yürüyorum. Tüm kıyafetler ayakkabılar filan hepsinin üzerinde rakamlar yazıyor. Ama benim dalgınlığıma geldi herhalde.
Saf saf ne kadar ucuzmuş dedim kıyafetlerin fiyatını okuduğumda. Adama beğendiğim şeyi gösterip almak istediğimde aslında bunun Euro ile satıldığını öğrendim. Nasıl bozulmuşum anlatamam. Hem cehaletimden, hem de fiyatın bu kadar uçuk olması nedeniyle almaktan vazgeçmek zorunda kalışıma bozuldum.
O hırs ve bozulmuşlukla “neden Türkçe fiyatını da koymuyorsunuz” dediğimde esnaf ağzımın payını verdi. “Kardeşim bir tane Türk müşteri ile uğraşacağıma 10 tane yabancıya satış yaparım. Bir tişört için 10 saat benimle pazarlık yapıyorlar. Hedef kitlem Türk müşteri değil ki” minvalinde cevap verdi. Adam haklıydı.
Ankara, Çorum, Diyarbakır, Erzurum gibi sayamayacağım bir çok ilde yaşayanlar tarafından biz Antalya’da yaşayanlar hep gıpta ile hatırlanırız.
Anadoluda yaşayan eyy vatandaşlar. Emin olun, Antalya’da Türk gibi para kazanıp, Turist gibi para harcıyoruz burada. Gıpta ile bakılacak tek yanımız sosyal yaşam sizlerden kat kat fazla. Özgürlüklerimiz sizlerden kat kat fazla. Üzerimizde fazlaca mahalle baskısı yok ama inanın Türk gibi para kazanıp turist gibi para harcıyoruz.
Kahramanmaraş’da aldığınız salçanın kilosu 5-10 lirayı geçmezken, burda biz en az 20-25 liradan alıyoruz. Sizin anlayacağınız pahalı bir kentte yaşıyoruz. Bizde “EE olacak o kadar her gülün bir diken vardır. Gülü de dikeni ile severiz” deyip katlanıyoruz.