Eğer bir gün yazar olursam, yaşadığı ve hissettiği gibi yazan yazarlardan olmak isterim...
Yaşadığı gibi yazan ve yazdığı gibi yaşayan yazarlar bana en samimi gelen yazarlar olmuştur hep...
Benim için bazı filmlerde böyledir,yaşadığı gibi yazılan ve yaşadıkları gibi oynanan filmlerdir bunlar...
Bu bağlamda en çok sevdiğim filmlerden bir tanesidir Kaybedenler Kulubü...
Film de unutulmaz bir replik vardır;
“Önce senin kimse de olmayan özelliklerine aşık olurlar, daha sonra teker teker bunları senden almaya seni değiştirmeye çalışırlar.”
Hep aklımda kalmıştır bu replik ve bana bir yol olmuştur ilişkilerimde...
Hayır sadece aşk ta değil ,hayatımın her alanında ,arkadaşlıklarımda ve kurduğum tüm ilişkilerde bu repliği düşünürüm...
Sonra da sorarım kendime...
Acaba beni neden ve ne için seviyorlar ?
Çağımız ilişkilerinin genelinde bu dayatmayı gözlemlemek mümkündür, ilişkiler maalesef ki bir süre sonra bir savaş ya da bir mücadele halini alır, ilk başta ideal eş gibi görünülür, daha sonra olması gerekenler birer birer ortaya konur...
Daha sonra bir uyuşma haline girilir, mevcut doğasında zaten özgür olan birey ,seni özgür bıraktım, ya da bak bakalım kim senin kadar özgür yaşıyor gibi cümlelerle kendisine lütfedilen tutsaklığı o an için özgürlük sanır...
Bir süre sonra da biz olma duygusunun sinsi perdesine gizlenen,ancak insanın ilişki içerisinde kendi olamadığı bir zamana temellenen bir yapıya dönüşür herşey...
İnsanın kafasında gizlenen hep bir olması gerekenler formatı vardır aslında...
Arkadaşlık ilişkileri de böyledir çoğu zaman, ondan faydalanabildiğimiz ölçüde arkadaşımızdır, sürekli derdimizi dinlemeli, sürekli yanımızda olmalı bize fikirler vermeli hep kötü gün dostu olmalıdır arkadaşlar...
Onun mutlu olma şansı yoktur, onun mutluluğundan mutlu olmayız, çünkü o mutlu olursa bizim mutsuzluğumuzu paylaşacak kimse kalmaz yanımızda...
Sonra deneme zamanları başlar...
Şöyle davranırsam ne yapacak bakalım, sonra burnu sürttürme aşamasına geçilir en son da madde temelli bir takım koşullarla dalını iyice kırmalar, suçlamalar, hareket alanı bırakmadan kendi doğrularını ve kendi olması gerekenlerini insana dayatmalar...
Neden böyledir bilmiyorum, insanlar birbirlerini sevmek yerine neden birbirlerine sahip olmaya çalışırlar ve sonrasında neden o en başta çok değer verilip sevilen özellikler daha sonra o insanı olumsuz damgalamak için kullanırlar...
Hayat bu kadar kısayken, kuşlar uçup giderken ne gerek vardır birbirini tutsak etmeye...
Ne gerek vardır olduğumuzdan farklı görünmeye...
Bence her insan önce kendine bakmalı ve kendini tanımalı...
Kimseye bir şey vaad etmemeli ve kimseden bir şey beklememeliyiz ve ben buyum diyebilmeliyiz...
Ancak o zaman güvenli limanlarımızdan ayrılabilir, yelkenlerimizi rüzgarlara açabiliriz...
Ancak o zaman aşkın gerçek diline ulaşabiliriz...
Bu hayatta kimseyi suçlayacak kimseyi ötekileştirecek kadar dört dörtlük değiliz...
Yine de aşkın canı sağolsun...
GÜNDEM
17 Ocak 2018 - 09:46
Aşkın Canı Sağolsun...
GÜNDEM
17 Ocak 2018 - 09:46