Düşmanın kim?
Düşmanı kim belirliyor?
Ölçüsü nedir?
NATO'nun kuruluş amacı komünizmi ve Rusya’nın yayılmacılığını önlemekti. SSCB 1990lı yıllarda dağıldı. Birçok devlet oluştu. NATO’yu kuranlar dağılmaması için Sun’i bir düşman icat ettiler. "Komünist, kızıl tehlike bitti. Yeşil tehlike, fundamentalist İslam tehlikesi başladı." dediler. NATO'nun düşman algısı değişti. NATO'daki subaylarımız millet, devlet ve vatanımızın değil, NATO'nun, dolayısıyla Amerika'nın bir elemanı gibi hareket ettiler. Onların emirleri doğrultusunda çalışmalar yaptılar. (Allah'a (cc) şükür bugün Ordu bizim ordumuzdur.)NATO toplantı ve tatbikatlarında tehlike olarak fundamentalist İslam gösterildi. Türkiye'deki her darbe, muhtıra ve İhtilalin arkasında bu gücün önemli etkileri vardı. Nitekim 15 Temmuz hain FETÖ darbesinin de arkasında NATO karargâhlarındaki subayların olduğu görüldü. NATO ve dolayısıyla Amerika, Türkiye'yi askerler vasıtasıyla dizayn etmeye başladı.
Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının birinci maddesi irtica oldu. Gündemi asker tayin ediyordu. Nerede mütedeyyin, kendi halinde yaşayan, ahiretini düşünen bir Müslüman varsa tehlikeli gösterildi. Sun’i düşmanlar ve korkular üretildi.
Devletin bazı görevlileri aynen 12 eylülde olduğu gibi, darbe ortamının oluşması için her şeyi yaptılar. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Emire-Ali Kalkancı, Sisi gibi aktör ve figüranlarını piyasaya sürdüler. Basın ve medya ise bu oyun ve kurguları elinden geldiğince köpürttü. Birden bire nereden geldiği belli olmayan Aczimendiler türedi. Ellerinde Asalar, saç-sakal karışmış, Sokak ortasında zikir seansları yapılmaya başlandı. Hepsi 429 kişiydiler. Güya bunlar devleti yıkacakmış. Piknik tüpüyle Anıtkabir’e saldıracaklarmış. "Gericiler, yobazlar, dinciler, irticacılar, Laikliğin ve Atatürk'ün en büyük düşmanıdır." diyerek toplumda bir ayrışma, ötekileştirme yaptılar. Kutuplaşma ve kamplaşma oldu. Bazı basın ve medya her sakallıyı Müslüm Gündüz, her başörtülüyü Fadime Şahin gibi gösterdi. Ali ve Emire Kalkancı ile de Müslümanlar dolandırıcı, sahtekâr gibi gösterildi.
Onlara göre Müslümanlar devlet düşmanıydı.
Askeri liseler ve harp okullarında daha birinci sınıfta her öğrenci kendisini Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı görüyordu. Hedefleri buydu. Hak onlarındı. Onların dışında herkes, onlara göre vatan haini idi.
Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiye kararları kanun gibi, emir gibi lanse edildi.
Bazı siyasiler Kur’an-ı Kerim'deki bir kısım ayetlerin hükmünün kalktığının fetvasını verdiler. Hatta daha da ileri giderek üniversitede başörtülü okunamayacağını, başörtüsüyle okumak isteyenin Suudi Arabistan'a gitmesini söylediler.
Hedef Müslümanlar, düşman İslam gösterildi.
Kendilerinin memur olduğunu, azledilip nasb edilebileceğini unutan askerler, brifingler vermeye başladılar. Yargıtay üyelerine, hakimlere, savcılara, üniversite hocalarına, bürokratlara İrtica brifingleri verildi. Akabinde üniversitelerde,"türbanla okullara girilemez" diye olmayan bir Yasayı devreye koydular. Okullarda çağın zülmü başladı. İlahiyat Fakültelerinde ve İmam Hatip Liselerinde bile başörtüsü yasaklandı. İkna odaları kuruldu. Rahmetli üstadın dediği gibi öğrencilerimiz "öz yurdunda garip, öz yurdunda parya"olmuşlardı. Bir kısmı okullarını bıraktılar, bir kısmı da yurtdışında eğitimlerini devam ettirdiler.
Her şeyde bir hayır vardır. Bu baskılar Müslümanları uyandırdı. Yurtdışına giden kızlarımız, en az bir lisan öğrendi. Kendi sahalarında çok iyi meslek erbabı oldular. Ama devlet kurumlarında belirli bir süre çalışamadılar.
Bu arada Başbakanlık makamında bazı cemaat liderlerine verilmiş olan iftar yemeği de "İrtica"olarak gündeme oturdu. Üniversitelerde bilim değil, din düşmanlığı başlamıştı. Hastanelerde başörtülülere bakmıyorlardı.
Müslümanlar dışlanıyorlardı.
Adalet felç olmuştu.
Ekonomi çökmüştü. 28 banka batırılmıştı. Her bankada en az iki general, sanki ekonomist veya maliyeci gibi yönetim kurulu üyesiydi.
Laiklik ve Atatürkçülük yükselen değerdi. Her türlü rezalet bunların arkasına sığınılarak yapılıyordu.
Kirli siyasiler, siyaseti de kirlettiler.
Demokrasiyi mahvettiler.
Cumhuriyet Cumhurun değil, bir avuç apoletli mafya eşliğinde yozlaştırılmıştı.
28 şubatla ilgili yazacak çok şeyler var. Bunların gelecek nesillere mutlaka anlatılması lazımdır.
EĞER DERS ÇIKARMAYI ÖĞRENMEZ, YAŞANANLARI TARTIŞMAZ İSEK 12 EYLÜL, 28 ŞUBAT, 15 TEMMUZ DA FARKLI KILIF VE FİGÜRANLAR İLE KARŞIMIZA ÇIKAN HAİNLER BU MİLLETİN, BU VATANIN GELECEĞİNE TEKRAR ZULÜM OLARAK GERİ DÖNERLER
NOT : Birlik mecmuasında yayınlanan yazımı önemine binaen burada da yayınlıyorum.
Kalın sağlıcakla...
GÜNDEM
28 Şubat 2018 - 09:31
Zulmün adı 28 ŞUBAT
GÜNDEM
28 Şubat 2018 - 09:31