Çığlık sesleri birden sustu, beyaz eldivenli iki tane el beni annemden ayırmış, ayaklarımdan baş aşağı tutmuş popoma tokat atıyordu, birden kendime geldim ve nefes almaya başladım, çektiğim ilk nefes adeta bir kurşun gibi ciğerlerime inmiş ağlamaya başlamıştım.
Sonra beni Seher diye bir hanım beyaz bir kumaşa sardı, bunun adı kundakmış,ellerimi ayaklarımı kıpırdatamıyordum, sonra yine annemin yanına verdiler.
Burnuma annemin ilk kokusu geliyordu, evet o benim annemdi, sonra bir odaya geçtik, tok sesli bir adam sevinç içinde bize doğru yürüyordu, yaşlı kadınlar etrafımızda oğlun oldu oğlun oldu diye adama doğru çığlık atıyordu, sanırım o adam benim babamdı.
Bana doğru eğilip, parmaklarıyla hareketler yapıp beni sevdiğini belli etmeye çalışıyordu, babam gittikten sonra,bu merasim dedelerimle devam edip, bizi seven insanların annemle beni ziyaret etmesiyle sürüp gitti.
Sürekli başıma birileri geliyor, bana sevgi gösterilerinde bulunuyor ben de bu sevgi gösterilerini kafamda anlamlandırmaya çalışıyor yer yer bunlara gülerek yer yer ağlayarak tepki veriyordum.
İlk gün böylece geçip giderken, gözümü annemi emerken açtım.
Garip bir sıcaklık ve sevgi bütününün içinde kalıyordum bu anlarda, bir yandan karnım doyuyor bir yandan da anlatamadığım bir şefkat bahçesinin içinde dolaşıyordum, kısacası çok iyi hissediyordum.
Derken birileri hep gelmeye devam ediyordu, beni sardıkları beyaz kumaşın üzerine iğneyle sarı ve yuvarlak kırmızı kurdelalı birşeyler takıyorlardı...
Elllerimi ve ayaklarımı kundak denen elbiseden çıkaramadığım için, sadece kafamı biraz öne uzatıp gözlerimle bunları görebiliyordum...
Acaba bunlar nedir diye çok düşündüm,sonraları başımdaki konuşmalardan,bunların doğumda çocuğa takılan ve doğadan elde edilen altın madeni olduğunu öğrendim.
Benim gibi doğadan gelmiş bir varlığa yine doğada bulunan bir madenin takılması ilk başlarda bana mantıksız gelse de sonraları bunun bir gelenek olduğunu öğrenince çok birşey diyemedim.
Bu maden pahalı bir madenmiş, insanlar bu madeni bulduktan sonra bütün ekonomilerini bu sarı ve anlamsız madde üzerine kurmuşlar, bu maddenin kasalarındaki rezerv durumuna göre de kağıtlara rakamlar yazıp, bu kağıtları birbirlerine verip birbirlerinden birşeyler alırlarmış, bu kağıtları en çok elinde bulunduran en güçlü olurmuş mesela, tüm dünya sistemi bunun üzerine kurgulanmış...
Ne kadar saçma gelsede, dünyaya bir kere gelmiştim artık, yapacak birşey yoktu, büyüyecek ve ben de o altın karşılığı basılan kağıtlardan kazanmak için programlanacaktım...
Babamda bu kağıtlardan zaman zaman çok fazla oluyordu sonra birden hiç kalmıyordu mesela...Üzülüyordu babam, strese giriyordu durmadan çalışıyordu...Durumu anlayamıyordum.
Bazılarına ise bu kağıtlar hazır veriliyordu, ve hiç bitmiyordu... Bu kağıtları hiç bitmeyenler zaman zaman kağıtları bitenlere eleştiriler yapıyorlardı, kağıtları hazır gelenler, kağıt için çalışanları hep yadırgıyor, o öyle olmaz böyle olur şeklinde talimatlar yağdırıyordu...
Dünya sistemi de böyleydi...
Dünyada bu altın karşılığı basılan kağıtlara hangi ülke daha çok sahip ise, bir diğer ülke hakkında söz sahibi olabiliyor, hatta kendisinden çok uzak bir ülkenin doğal kaynaklarını bu kağıtlara daha fazla sahip olmak için sömürebiliyordu...
Dünyada insan ilişkilerine baktığım zaman da öyleydi durum; bu kağıtlara çok fazla sahip olanlara ne olursa olsun nedensiz bir saygı gösteriliyordu mesela...
Sonra eve çıktık, herşey bütün eşyalar yepyeniydi evde, hastane odasıyla evi kıyasladığım zaman, fark edilir bir lüks göze çarpıyordu, herşeyim hazırlanmıştı, sonrasında öğrendim, ailenin ilk torunu benmişim, bunun verdiği heyecanla, henüz oynamayacağım bir sürü oyuncak vardı odada, dedem bana dört tekerli bir bisiklet bile almıştı, sonra beni beşik denen dört tarafı kapalı bir şeyin içine koydular, zaten elim kolum bağlı, hareket edemiyorum, beni bu beşiğin içine koyduklarında da sadece odanın tavanını görebiliyordum.
Beşiğin başına gelenler garip yüz şekilleriyle bana yaklaşıyor, beni sevdiklerini ifade edip gidiyorlardı....
Günler böyle geçti, bir dönem kundağım çözüldü, ellerimi ve ayaklarımı gördüm, baya kilolu doğduğum için tombul tombuldu her yerim... İlk başta yadırgadım sonra kabul ettim kendimi...
Sonra büyümeye başladım, gitgide büyüdüm, fasulye sırığına su verirlerya hani öyle boy atmaya başladım, giderek gerçek hayata kanalize oluyordum, sonra bu yazdıklarım yarı rüya yarı gerçek gibi gölgelere dönüşmeye başladı...
Bir dönem geldi, o kağıtlardan kazanmam gereken çağlara eriştim...
Sonra sorumluluk denen bir çağ başladı...
Sorumluluk aldım... Bazen başaramadım, hep aklımda bu gölgeler çağı kalmıştı...
Neden doğmuştum, doğmasam ne olurdu, ya da doğmadan önce nerdeydim diye sordum hep kendime...
Ve şunu anladım;
Üzerime yüklenen hiç birşey aslında ben değildi,
Üzerimde taşımam gereken hiç birşey yokken, daha bebek yatağında başlayan telaş doğanın yarattığı birşey değil insanın eseriydi...
Sonra bir ara geri döneyim dedim, sonra yıldızları gördüm, sonra güneşi gördüm, masmavi sular içinde parlayan rengarenk taşları gördüm, kuşları gördüm, martılar nasıl da süzülüyordu kanatlarını açıp, sessiz özgür ve mutlu...
İşte sırf bu yüzden kalmaya karar verdim...
GÜNDEM
03 Ağustos 2018 - 10:03
Küçüktüm Ufacıktım...
GÜNDEM
03 Ağustos 2018 - 10:03