Sonbahar ve ilkbahar aylarının düğün sezonu olarak ün yaptığını biliyoruz. Yazın yaz tatili ve hava sıcaklığı, kışınsa soğuk hava nedeniyle bu tür organizasyonlar için uygun imkanlar bulunamıyor.
Son 30 yılda her konuda olduğu gibi aile kurumu ve düğünlerimiz de ciddi manada anlam kaymasına uğradı. Bazen inandıklarımız ortalarda görünmüyor. Bazen kadim kültürümüzün yok oluşunu iç çekerek seyrediyoruz.
Öyle şeyler görüp duyuyoruz ki bu da olmaz diye bir cümle kurmamıza imkân vermiyor. Milli kültür ve din disiplinimizin peyderpey ortadan kalktığı bir zaman dilimini sinema şeridi gibi seyrediyoruz. 60 lar ve 70 ler bu değişimin canlı şahididir. 80 ler ve sonrası ise bu değişimin aktörleridir.
Modernizim adı altında global bir kültür üretip yayma çalışmalarına her koldan başladılar. Bu kültürün önündeki bütün engelleri her türlü yöntemi kullanarak değersizleştirdiler.
Her yönüyle medya sektörünü bu konunun paratoner gücü olarak dizayn ederek kullandılar ve de kullanmaya devam ediyorlar. Reklamlardan tutun magazin haberlerine, filmlerden tutun dizilere kadar her bir görüntüyü insanın gözlerinin içine ara vermeksizin soktular ve sokmaya devam ediyorlar.
Müzik sektörünü de yine aynı merkeze hizmet eder hale getirdiler. Şarkıların sözleri, dansları ve kliplerindeki hava insanın ilgisini çekmekten öte müptela olmasını da sağladı.
Moda adı altında giyim ve kuşamımızın her yönüne karar verir oldular. Renkler, pantolon boyu ve paçası, Gömlek yakası, etek boyu, üst kıyafetin rengi ve tarzı ve dahasını en ince ayrıntılarına göre belirleyip bütün dünyada aynı sene aynı renklerin ve modellerin görünmesini sağladılar.
Bu değişim rüzgarına maruz kalan kitle de doğal olarak radyasyon yemiş etkisiyle moda sektörüne bilinçli ya da bilinçsiz abone oldular.
Artık yerel kültüre ya da din disiplinlerine göre bir program yapma imkânı önce zorlaştı, şimdilerde de neredeyse imkân kalmadı.
60 lar ve 70 ler için artık bu durum mecburen katlanılan ve uygulanan hallere dönüştü. Nesiller arasındaki kültürel ve mental fark o kadar sık katmanlara ayrıldı ki neredeyse her iki yaş gurubu birbirlerini anlamakta zorlanır hale geldiler.
Bu şartlar altında son 4 yıldır evliliklerin sayısında bir düşüş gözlenirken, evlilik yaşları da 30 ları buldu.
https://data.tuik.gov.tr isimli resmi siteden bu ve benzeri konular hakkında bütün istatistiklere bakabilirsiniz. Hatta bakmalısınız. En dikkat çeken rakamların 2000 li yıllardan itibaren artan nüfusa göre yıllık evlilik rakamının düşmesi ve aynı anda yıllık boşanma sayılarının artarak yoluna devam etmesidir. Burada çeşitli sebeplerden boşanamayanları da listeye eklemek lazım gelir.
Bu görüntü bize hiç de hoş olmayan bir şeyleri anlatıyor. Sanayi devriminden sonra batı toplumunun içine düştüğü sosyal bunalım neticesinde geçirdiği bütün evrelerin aile kurumunu bitmenin eşiğine getirdiğini görüyoruz. Bireyselliği bencillik olarak anlayan bir sosyal topluma dönüştüler.
Şimdi bizim düğünlerimizdeki duruma bir bakalım. Nedir halimiz?
Evliliğin ilk resmi adımı olan kız isteme merasiminde söze hala büyük oranda Allah’ın emri, Peygamberimizin sünneti ile başlanan evlilikler mevcuttur. Ama gerek bu aşamadan sonra gerekse bu aşamadan önce Allah’ın emrinin ve peygamberimizin sünnetinin ne olduğu konusunda bir inancın yansımalarını görmek artık çok zorlaştı.
Sözlerin uygulamada yer bulamadığı, inancın ve kültürün bir kıymet ifade etmediği bir zamana geldik. Ama Müslümanız. Mangalda da kül bırakmayız. Davul zurnadan da belli olduğu üzere Türk töresine de bağlıyız diye bir emare gösteriyoruz.
Ama durum hiç de bir iki alametle toparlanacak gibi değil. Rabbimizin Rum Suresi 21. Ayetteki ifadesiyle: ‘’Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.’’ Diyerek bu konudaki muradın açıklamıştır.
Biz ise Allah’ın muradından git gide uzaklaşıyoruz. Ailelerde boşanmalar arttığına göre eşler arasında sevgi ve merhamet kaybolmuş ki birbirlerini sakinleştiremiyorlar, mutlu da edemiyorlar. Geriye ya zorla idare edilen bir hayat ya çıkar hesaplı bir birliktelik ya çaresizlik ya da kader diye inanılarak yaşanan bir mahkûmiyet kalıyor.
Huzur, mutluluk, paylaşım, eş olabilme kabiliyeti, paylaşma, saygı, sevgi, güven gibi ahlaki ve insani değerlerin olmadığı ya da hissedilemeyecek kadar azaldığı aile yaşantısı tam bir ceza gibidir.
Atalarımız ne de güzel ifade etmiş. İlk düğmeleri yanlış iliklersen tüm düğmeler yanlış iliklenir.
Moda evliliklerde çiftler kendilerini yıldız sinema oyuncusu zannediyorlar. Düğünü, öncesini ve evliliği de filim seti olarak anlıyorlar. İsteme, söz, nişan, düğün ve balayı gibi seremonilerin manevi zararını anlatmanın sanırım şu an hiçbir etkisi olmuyor. Çünkü yeni neslin bu moda akımın yörüngesine girdiğini ve bu akımdan kurtulabilmenin çokta kolay olmadığını biliyor ve görüyorum.
Maddi hasarlarına gelince bütün harcamaların ve emeklerin aile kurumunun kurulumuna ve geleceğine olan katkıları minimum seviyede kalıyor. Çünkü harcamaların büyük bölümü vitrinlere yani el aleme göre yapılan işlere harcanıyor. Bu senaryonun yazarı bile belli değil. Neden yapıyorsun diye sorduğumda alınan cevap’’ herkes yapıyor, şimdi moda böyle, bir kere evleniyorum, benim neyim eksik’’ gibi cevapları alıyorsunuz.
Harcanan paranın ortalama bir ailenin on yıllık tasarrufundan fazla olduğu görülüyor. Gücü olmayanların kredi çektiği ya da başka kanallardan borçlandığı da herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Bu kadar çabanın neticesinde evliliklerin sağlam temellere oturması en büyük tesellimiz olmalı ama o konuda da istatistiki rakamlar hevesimizi kursaklarımızda bırakıyor. Çünkü her yıl evlenen beş kişiden sadece birinin evliliği beşinci yıldan sonra devam ediyor.
Bütün bu halleri gören bilhassa erkek çocuklar, evlilik konusunda çok olumsuz fikirlere sahip oluyorlar. Ya geç evleniyorlar ya da evlenmemeyi tercih ediyorlar. Bugün manzara buysa eğer bu gidişle beş yıl sonra neler olacağını siz hesap edin.
Bir cümle de boşanma konusunda yazmalıyım. Huzur ve sükunetin olmadığı, beraber yaşamanın bir zulme dönüştüğü beraberliklerin usulüne uygun şekilde uzatmadan bitirilmesi gerekir. Bitirilmesini engelleyen faktörlerin de aile yuvalarına zarar verdiğini unutmayalım. Süresiz nafaka denilen haksız kazancın toplum huzurunu kemirdiği ve yeni evliliklerin önünü kapattığı görülmektedir.
Kimsenin kimseyi mağdur etmeye hakkı yoktur. Boşanmanın temel şartı da iki taraf için ve hatta varsa çocuklar için bir mağduriyetin olmamasıdır. İlk denemede doğru olmayan şeyin ikincisinde ibret alınarak doğru evlilik yapılabileceği konusu akıldan uzak değildir.
Bu konuda yazılacak çok şey var ama şimdilik bu kadarıyla yetinelim.
Saygı, huzur, mutluluk, sükûnet ve sevgi temelli evlilikler Rabbimden en büyük temennimdir. Be vesileyle tekraren hoş olunuz, hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.
HER ZAMANKİ GİBİ HARİKASINIZ HOCAM EMİNİM Kİ OKUYAN BİRÇOK İNSANIN EN AZINDAN DÜŞÜNMESİNİ SAĞLAYACAK ANTALYADAN SEVGİLER MUSTAFA ŞENGEZER
Antalya'ya sevgiler de benden olsun. Sevdiğim şehre selam olsun. Teşekkürler Mustafa bey.