“Aczimin giryesidir bence bütün asarım” derken Akif, çaresizliğinin dili olarak dizeleri seçtiğini, elinden gelen yegâne şeyin yazmak olduğunu söylüyordu. Gücü yetmediğinde susmak yerine bir aydın olarak yazmayı seçiyordu büyük şair. Bu yüzden değil miydi Dicle’nin kıyısına Sezai oturuyordu da bir ağıt bırakıyordu durulmayı bilmeyen sulara: “Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir/ Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.” Bu yüzden “Gel/Anne ol/Çünkü anne/Bir çocuktan bir Kudüs yapar.” diye anne olmanın bir şehrin kaderini nasıl çizdiğini yazmaktan yorulmadı Pakdil. Akif İnan rüyalarında Kudüs’ü boş yere görmüyordu? Sonra şiirin zarif çocuğu anlaşılamamış bir yüzü izlerken aynanın karşısında bağırıyordu: “Kudüs/Bir sınav kâğıdı/Her mümin kulun önünde.”
Tam da bu yüzden “Kudüs için ne yaptık?” sorusu her Ramazan ayında olduğu gibi bu yıl da gelip boğazıma bir yumru olup oturunca aczimin giryesidir diye yazmak istedim ben de. Ruhuma düşen Kudüs’ü, çocukluğumun içinden çekip de Sezai gibi Dicle’nin kıyısından Akdeniz’in sessiz limanlarına bırakayım diye yazmak istedim.
Çocukluğumun en renkli anları sokaklarda özgürce oynayarak geçti benim. Ama mevsim kışa dönünce bu sonsuzluk bir sobanın sıcağına hapsolur ve biz çocuklar o zaman kart oyunlarına dönerdik. Ülke kartları toplamak en zahmetli oyundu bizim için. Üzerinde ülkeleri temsil eden çocukların olduğu ve o coğrafya hakkında bilgilerin bulunduğu kartları biriktirir böylece kendi dünyamızı kuracağımıza inanırdık. Seslerimiz büyüklerin konuşmalarından güçlü çıkmaya başlayınca soğuk odalara gönderilirdik. Hemen kilimleri tahta zeminin üzerinden sıyırır ve başlardık bilye oynamaya. Oyunu kaybeden kazanana ya bilyelerini ya da ülke kartlarını verirdi. Fransa, Rusya, İngiltere, ABD, Japonya… Elimizde olmayan kartları karşı taraftan almak için uğraşırdık. Mesela İngiltere bir bilye karşılığında satılırdı. ABD üç bilye. Japonya iki. Herkes ilk Fransa’yı vermek isterdi. O yüzden hepimizde en az üç beş tane Fransa olurdu. Ama hiçbirimiz Türkiye’yi vermezdik. Karşı taraf “Ya Türkiye ya bütün bilyelerin.” dediğinde tereddüt etmeden bütün bilyelerimizi verirdik. Bir de Kudüs için bütün bilyelerimizi feda ederdik. Kudüs ve Türkiye bilye karşılığı satılmazdı çünkü. Çünkü çocuk aklımızla Türkiye’yi satmak demek vatanı; Kudüs’ü satmak da imanı satmak demekti. Kartlardan kurduğumuz dünyada olmazsa olmazımız Türkiye ve Kudüs’tü çünkü.
Küçücük gönlümüze bir şehre inanma ruhu nasıl üflenmişti peki? Yıllar sonra bir bilim insanı olarak okuyup öğrendiğim, anladığım Kudüs’ün karşılığı, inanın çocukluğumda bütün bilyelerimi defalarca uğruna verdiğim Kudüs’ten daha samimi değil. Sapanı oynamak için değil inancını korumak için kullanan o küçük oğlanın, mescidini postallarıyla çiğneyen bir İsrail askerinin gözlerinin içine korkusuzca bakan ve “Öldürmekle bizi tüketemezsiniz.” diyen o ufacık kız çocuğunun, saklambacı, körebeyi, futbolu bir davanın üzerinde oynayan bütün Filistinli çocukların inancı ancak küçücük yaşta gelip oturursa çocuklarımızın gönlüne işte o zaman bir imana dönüşür Kudüs.
Her yaşta sever insan. Ama bir imana dönüşecekse sevdamız işte onun için kalp gerekir. Ve kalp de küçük masumiyetlerin içinde gizlidir. İşte tam da bu yüzden çocuklarımıza biz Müslümanlar için Kudüs’ün ne anlama geldiğini anlatmalıyız. Onun, Müslümanların ilk kıblesi olmasından, Hz. Peygamberin oradan Miraç’a yükselmesinden, Mescid-i Aksa’ya ve pek çok peygambere ev sahipliği yapmasından çok daha önemli bir sembol şehir olduğunu anlatmalıyız. Kudüs’ün bir davanın ruhu olduğunu, bir inancın emaneti olduğunu, duvarları yüzyıllardır yıkılmaya uğraşılan evimiz olduğunu söylemeliyiz. Ve belki de en çok da demeliyiz ki bu kutsal şehrin yalnız bırakılmış kaderinin asıl sebebi biz Müslümanlarız. Birlik olamadığımız, sahip çıkamadığımız, susmalarımız hep Kudüs’e olduğu için sorumlu biziz. Oysa ne diyordu Hz. Peygamber: “Mescid-i Aksa’ya gidin ve orada namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız en azından kandillerinde yakılmak üzere zeytin yağı gönderin.”
Yani diyordu ki Âlemlerin Resulü “Bir şey yap Kudüs için ama susma, yeter ki susma.”
Şimdi Kudüs uğruna çocukluğumda verdiğim bütün bilyelerime bu yazıyı da ekleyip diyorum ki:
“Seni karanlıklara boğan yüzlerce geceyi bir tül gibi sarsam da yarana, yine de bir şey yapabildim diyemem hatırana.”