İnsan anılmaya layık bir insan olduktan sonra (İnsan Suresi 1. Ayet) kendisine verilen üstün melekeler sayesinde başka canlılardan farklı olmasının kaynağını araştırmaya başladığı konusu bu alanın en önemli tefekkür ve araştırma konu başlıklarından birisi olmuştur.
Ben kimim? Dünyada bu şekilde neden bulunuyorum? Farklılığımın bir anlam ve amacı var mıdır? Dünya denilen bu gezegenle uyumlu bir canlı olmamın perde arkasında neler vardır?
Yani bu müthiş ahengin ve işleyişin bir yaratanı ya da sahibi veya bir yöneticisi var mıdır? Varsa kimdir? Nasıl bir varlıktır ki böyle ayrıntılı bir zaman ve mekan ilişkisiyle buluşturulmuş bir alemi yaratabilmiş?
Onun gücü, kuvveti, kapasitesi, gibi ilk etapta yaratılmış bir canlıdaki melekelerle bu ve benzeri soruları insan bütün zamanlarda sordu ve cevaplarını aradı. Tabi ki bütün insanlar bu zihinsel çalışmayı yapmadı ama toplumsal ortalamaların üstünde olan azınlıktaki filozof ve mütefekkirler toplumun büyük kesimi adına yaptılar.
Hoş, toplum kendisi için düşünen insanları tarih boyu hiç sevmedi. Onları hain, sapkın, huzur bozucu gibi histerik duygularla yargılayıp en ağır cezalarla cezalandırdı. Ama insanın o az olan kısmı her dönemde ve her şeye rağmen düşünmeyi bırakmadı. Çünkü onlar ulvi bir misyonun temsilcisi olarak doğmuşlardı ve de doğmaya devam edecekler.
Dinler tarihi bakışı ile yaratıcı bu alanda insanı pek yalnız bırakmamış. Hatta her dönemde elçileri ve onlar aracılığı ile insana yardım etmiş ve bir şekilde hayatın içerisinde bazı alanlara kolaylık olsun diye ışık tutmuştur.
Büyük çoğunluk bu ışığı görmedi, görmek istemedi veya reddetti. Ama her zaman bu ışığı takip edenler oldu.
İşte bu konuda kendisine uzatılan bu aşkın eli tutanlar, onun attığı ipe (Kutsal metinler-Ayetler) sarılanların yaptığı eylemin adı inanmak, iman etmek olarak adlandırılmış. Reddeden, hatta hakaret edip düşmanlık yapanlara ise hakikati örten anlamında kafir ismiyle adlandırılmışlardır.
Peygamberler ve onlara bildirilen ayetlerden anladığımız kadarıyla yaratıcımız insanı yeryüzünde böyle üstün vasıflarla, yaratmış ve ne insan için yarattığı tuzaklar (Nefis ve Şeytan) karşısında vermesi gereken sınavda yalnız bırakmamıştır. Olanı biteni bu şekilde anlamak hiç de zor olmuyor.
İnanan insanın çaresiz kaldığı anlardan o inandığı varlık en büyük güç kaynağı oluveriyor. Bittiğini zannettiği yerde farklı bir çıkış yoluyla buluşuveriyor. Çözümsüz anlarda da sabretmesi gerektiği bilinciyle teslimiyet haline bürünüyor ve şartların kendisini ezmesine izin vermiyor.
Küfrü tercih edenlerin en büyük argümanı yaratıcının gereksizliği üzerine kurdukları bir düşünce sistemidir. Çünkü her şeyin kendisini var ettiğine inanmaktadırlar. Aslında onların halinde de bir iman var hakikati temsil eden cinsinden değil.
İmanlı insanların anlayamadıkları konularda yaratıcının tasarrufuna teslim olmaları onları rahatlatırken, küfrü tercih edenler ise o alanı boş bırakarak zihinlerinde baloncuklar oluşturmaktalar ki zaman içerisinde bu baloncuklar onların beynine bir ur gibi baskı yapmaktadır.
İmanı tercih edenler her hal ve işlerinin bir hesabının olduğu ve bu hesabın sonsuzluk yurdu olan Ahirette ona mekanını belirleyeceği inancıyla sürekli kontrollü davranırlar. Mülk suresi 2. Ayeti hiç unutmamaya çalışırlar. (O mülkün sahibi ölümü ve hayatı insanların en iyisini seçmek için yarattı.)
Küfrü tercih edenlerin ise böyle bir ilkeleri olmadığı için vicdanını çalıştırabildiği anların dışında hak, hukuk, adalet ya da diğer benzeri ilkeleri hayatının merkezine en azından bu şekilde koyma ihtiyacı hissetmeyecektir.
Buradaki en önemli konu inandım diyenlerin nelere ve hangi kriterlerle iman edip etmedikleri durumudur.
Bazı insanlar topluca ya da kategorik olarak inanırlar. Bazı insanlar inanmanın gerçekte ne olduğunu bilmezler ve gereği gibi inanmazlar.
Bazı insanlar inandığını zannederler ama gerçekte ayrıntılı konular üzerine çalışma yapmadıklarından hatalı bir imanla yaşarlar.
Bazıları ise aşırı bir öz güvenle bana göre diye bir cümle kurar ve inanılacak konuları kendisine göre listeler.
Bunların her birisi inandım diyerek kendi inançlarıyla farkında olmadan kavga etmektedirler. Bugünün İslam dünyasında büyük çoğunluk maalesef bu kategoride toplanmışlar ve hızla kendi guruplarını büyütüyorlar.
Hatta gerçeklerle aşikâr bir şekilde kavga etmektedirler. İnandım dediği kitap ellerinde olmasına ve okumalarına rağmen onun ilkelerinden öyle uzaklar ki bu gerçekten hayretler verici bir durumdur. Aynanın karşısında kendisiyle kavga eden insan gibiler.
İnandım diyenlerin devlet, millet, ailevi ve bireysel yaşantıları ile ahlaki ve insani durumları, kafir diye hakaret ettikleri insanların alt kategorisine düştüklerini farkında bile değiller. Onların imanları onları doğru yola götürmüyor çünkü inançlarını belirleyen sözleşme büyük çoğunlukla sahtelik içeriyor.
Allah bir demekle Allah’ın bir ve tek olduğuna inanmak kesinlikle aynı şey değildir. İlkinde bazı alanlarda Allah’ın yedeklerini ararlar. İkinci guruptakiler ise bir ve tek olmasından dolayı böyle bir arayışa ihtiyaç duymazlar.
Bugünün İslam dünyası insan Allah buyruğu ve insan ürünü olan medeniyet algısından hızla uzaklaşmaktadır. Kendi dinine ve imanına yaptığı akıl almaz tahribatla övünebilecek kadar da bireysel ve toplumsal şuur kaybı yaşamaktadır.
Hâlbuki gerçek iman huzuru, güveni, kanaati, yardımlaşmayı, paylaşmayı, her türlü temizliği, adaleti, hakkaniyeti, selamlaşmayı, dayanışmayı, doğru ve kaliteli sevebilmeyi, dürüstlüğü, tabiata saygıyı, başka canlılara merhameti ve benzeri en kaliteli davranışları emreder.
Bugünün inanç sahiplerinin büyük kısmı ya da görünenler ya da sesleri çok çıkanların durumların gelin bir kere daha gözden geçirelim. Kendi imanımızı ve ahlakımızı yeniden ve sürekli hakikatlerle birlikte gözden geçirelim ki ana yoldan sapma eylemine girmesin.
Allah muhafaza, imanlıyım diye geçen bir ömrün gerçek imandan uzak olması durumu neticesinde telafisi güç bir sonuçla buluşmaktan hayattayken kaçınalım.
Haftaya iman konusunu daha detaylı aktarmaya çalışacağım.
Kendimize yardım edelim ki toplum için örnek bir insan biz olalım. Bu dua ile Hoş olunuz, Hoşça kalınız İmanla yaşayınız ve Allah’a emanet olunuz.