Not: Bu yazıyı bebekliğinden beri sağlığına kavuşma mücadelesi veren yeğenimiz Emirhan Karaoğlu yeğenime ithafen kaleme aldım. 25.07.2023 Salı günü sabah saatlerinde haberini aldım ve gençliğini de alıp ibretini ve dersini bizlere bırakıp sonsuzluk yurduna göçtüğünü öğrendim. Elimden başka bir şey gelmedi gurbetin ellerinde. Onu düşünürken aklıma takılanları yazdım bir anda. Nur içinde yat güler yüzlü delikanlı. Mekânın cennet olsun. Ahirette görüşmek üzere.
İnsan olarak canlılar içerisinde bir canlıyız elbet. Bizi diğer canlılardan ayıran bir sürü özelliğin varlığından da haberdarız.
Diğer bütün canlıların ortak özelliklerinden en önemlisi günlük yaşama konusunda çok iyi olmaları ve gelecek kaygısı gütmemeleridir. Belki de genetik kodlarında böyle bir bilgi yok.
Acıktıkları zaman ava çıkarlar. Mevsimlere göre mekân bulurlar. Kendileri için tehlikeli olanlara karşı da korunma ve savunma reflekslerini geliştirirler.
Hayvanlar alemindeki üreme ve onun getirdiklerine baktığımızda işleyiş ve işlemler gayet basit. Anne elbette doyurur ama yavru derhal yürümeye ve derdini anlatmaya başlamalıdır. Bir an önce anne ona doymayı öğretir. Tehlikeleri öğretir. Büyümeyi hem öğretir hem de gösterir.
Bu işlerin tamamı çok hızlı olur. Çünkü onlar için hayat çoğunlukla kendi başlarına ve diğerleriyle aynı şartlarda geçecektir. Şımarma, nazlanma ve ciddiye almama gibi rahatlıklara imkanları yoktur.
Bir gün ya birilerine av olurlar ya bir hastalıktan ya da yaradan ölürler. Ya da yaşlanarak bir gün sonsuzluk uykusuna dalarlar ve bir daha uyanmazlar.
İşte insan da canlı ama her konuda bütün canlılardan Farklı. Rabbimiz yaratılanların en şereflisi derken sanırım insanın bütün bu farkındalıklı hallerini bize işaret etti.
Hikayemiz belli zaten ama yine de unutmaya ve ciddiye almamaya karşı tekrar hatırlayalım.
Bir Anne-Babadan dünyaya geliyoruz. Anne karnındaki yolculuğumuz ve bebekliğimiz ebeveynimiz için hiç de kolay bir süreç değil. Bu süreci katlanılabilir kılan tek şey annelik ve babalık duygusudur. O duygu olmasa kesinlikle tercih edilemez ve katlanılması zor bir süreç olduğunu anlamak hiç de zor değil.
Doğuma kadarki süreçte ortalarda yokuz ama annemizin gittiği her yerdeyiz. Ona hiç özel zaman vermiyoruz. Doğumla birlikte kolaylaşacağını zannettiğimiz durum daha da detaylı ve güçlükleri olan bir hale geliyor. Ortada sadece uyuyan, gıdasını alan, altına yapan ve ağlayan bir canlı var.
Ebeveyn bilhassa anne bütünüyle bu bebek diline hâkim olur. Onun metabolizmasının nasıl işlediğini ve ne zaman neye ihtiyacı olduğunu bilir ve gereğini geciktirmeden zevkle yapar.
Büyüdükçe aile için ihtiyaçları da büyür. Tabi ki ürettiği problemler de. Anne Baba bunlarla çoğu zaman yeter artık dese de gereğini yapmak için elinden gelenin fazlasını yapar.
Çünkü onun dünyaya gelmesine vesiledir. Onun varlığıyla Anne Babalık duygularını tatmıştır. Onun kendisine verilen bir emanet olduğu bilincindedir ve emanete karşı titizlenmenin şart olduğuna inanır.
Bu arada anne baba yaşını almaya devam eder. Çocuk da bin bir güçlükle sadece ağlayarak derdini anlatmaktan öte okullar, meslekler, makamlar ve imkanlar deryasında yol almaya başlar.
Bir dönem sonra anne babasına tattırdığı duyguyu tatma sırası kendisine gelir. Ne yaşatmışsa anne babaya bebek, çocuk ve genç olarak aynı şeyler farklı tonlarda yaşamaya başlar.
Bu arada insan için doğum gibi tartışmasız bir gerçek daha vardır ki onun adı da ölümdür. Ölüm bazen haber verir, bazen işaret bırakır bazen de ansızın gelir. Bu gelen çok ciddidir ve bütün planları bozar. Hayatı bir süreliğine durdurur. Ağızların tadını bozar.
-Bir gün sevgili Peygamberimiz Arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ediyorken eline iki çubuk aldı ve birini biraz uzağa attı. Diğerini ise yanına koydu.
Bunun anlamı nedir Ya Rasulallah diye sordular;
Sevili Peygamberimiz de;’’ Uzağa attığım çubuk insanın hayatta yapmak istedikleri şeylerdir. Emelidir. Yakınımdaki de ecelidir. İnsan emeline öyle bir kilitlenmiştir ki yanındaki ecelini unutuverir.’’ dedi.
Bizim hayatımızın fotoğrafı tam da bu. Ölüm hepimize en uzak gibi yaşıyoruz. Bu konuda elimizde bir belge var gibi de rahatız.
Şunu unutmamalıyız ki kıyametin saati ile ecel saatimizin bilgisi sadece Allah katındadır. Kimseye bildirmemiştir. Bütün insanlık öyle ya da böyle ölümü adı gibi bilir ama ölmeyecek gibi yaşar.
Doyumsuzca biriktirir. Hırsının esiri olur. Bencilliği karakteri yapar. Ondan istenen ahlaki ilkeleri hep başkasında görmek ister ama kendisi bu konuda pek de iştahlı değildir.
Yaşarken kesinlikle tamamını kullanamayacağı varlıklar ve işler için çok büyük riskler alır. Evet Rabbimiz bize dünyada yaşamayı sevdirdi. Bu yaşamı sevmemizi sağlayan duyguları yaratılışımızda hücrelerimize işledi. Ama ölümlü olan bu yaşam içinde ölümsüzlük yurdu dediği ahirete dair uymamız gereken ödevler, ilkeler ve zorunluluklar belirledi
Ahirete inanmayan insana da ölüm bir ibrettir. Öldüğünde her şeyi geride bırakıp gideceğini bilir. Mezarlıklardakiler hiçbir şekilde dünya hayatında işlem yapamıyorlar. Sessizlik yurdunda sessiz bir yaşam sürmekteler.
Yine sevgili Peygamberimizin şu ilkesini hatırlatmadan geçmeyelim. ‘’Hiç ölmeyecek gibi dünya için çalışırken yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalış’’
Zaten Rabbimizin her canlı için belirlediği kuralı biliyoruz. ‘’Her canlı ölümü tadacaktır ve geldiği yere geri döndürülecektir.’’
Atalarımız ne güzel özetlemiş bu durumu: ‘’Ölüm yaşlılar için sıra sıra, gençler için se ara sıra olan bir gerçektir.’’
Hayatımızın felsefesini yeniden gözden geçirelim ve bu gerçeklere aykırı olan bir şeyler varsa onları derhal temizleyelim.
Dünyaya ve dünyalıklara tapanları gördükçe için derhal ölümü ve Mezarlıkları hatırlayalım ve derhal kontrolü ele alalım.
Geçmişlerimize rahmet olsun. Bütün ölümler ve mezarlıklar kalanlara ibret ve ders olsun. Allaha inananlara imanlı bir ölüm Allah’tan dileğimiz olsun.
Allah cümlemize hakkı ve hakikatı görebilecek bir feraset ve uyanıklık hediye etsin. Bu hediyeyi hak eden bir hayat ve bilgi sahibi olanlara da selam olsun.
Allaha emanet olunuz.