Küçük bir fare kocaman bir devenin yularını kapmış, kurula kurula gidiyordu.
Deve, uysal tabiatı yüzünden onunla yol alıp giderken..
Fare, kendi küçüklüğünü göremeden, “Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim” diye böbürleniyordu.
Gide gide bir nehrin kenarına geldiler.
Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı.
Onun kibrinin farkında olan deve ise, manidar bir şekilde dedi ki;
“Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden, neden durakladın? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak sana yaraşır mı?”
Mahcup düşen fare, kekeleyerek şöyle cevap verdi:
“Arkadaş, bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.”
Deve suyun içine girip, “Ey kör fare! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok” dedi.
Fare çaresiz ve mahcup itirafına devam etti:
“Ey hünerli deve, nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.”
Bunun üzerine akıllı deve, fareye şu nasihatte bulundu:
“Öyleyse, gurur ve kibre aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil… Sana olan hoşgörü ve müsamahama kapılıp şımarma. Var git; kendin gibi farelerle boy ölçüş.”
Artık, iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fare, “Tövbe ettim, pişman oldum. Beni şu sudan beni geçir” diye yalvardı.
Böylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da nehrin öbür tarafına geçirdi.
…
Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’de anlattığı bu hikâyede fare; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür.
Deve ise sabırlı, tecrübeli, hünerli ve kamil bir insanın remzidir.
…
Kendi hal ve mevkiini bilen her kul, ona göre hayat sürer.
Yani, yaratıcısını ve O’nun yüce emirlerini idrak ederek yaşar.
Yoksa hikâyede geçen farenin deve karşısında şımarması, onun kendi cüceliğinden habersiz oluşundandır.
Nitekim kendini bilince devenin gücünü de idrak etmiştir.
İnsan da, eğer Rabbine kulluk etmiyor ve kibir, gurur bataklığında geziniyorsa, o da kendisinden haberdar değildir.
Adeta, “ilahî azamet karşısında bir körebe oyununun içindedir” demektir.
Onun için en mühim mesele, kendimizi tanımak ve böylece Rabbimizi tanımaktır.
Kendini tanıyanlar, hiçbir zaman kibre ve gurura düşmez, bilâkis tevazularını artırırlar.
…
Büyük Anadolu velilerinden Yunus Emre bu konuda şöyle der:
Gönül pasın yudunısa
Kibr ü kini kodunısa
İkrar bütün olmayınca
Erden nazar olmayısa
…
Rabbimiz, bizleri kibir ve şımarıklıklarından muhafaza buyursun.
Sevgiyle kalın…