Bu haftaya içim biraz buruk başladı.
İlla canımız acıdığında mı, “ vah keşke” diyerek mi, pişmanlıklarla dolu kalp acısıyla mı kaybettiklerimizin kıymetini anlayacağız?
Sevelim ya da kalbimizde nötrleştirelim, gönül kırgınlığını uzatmanın hiçbir anlamı yok.
Çok sevdiğim bir ablam geçen ay dargın olduğu ağabeyini kaybetmişti (mekanı cennet olsun).
Başsağlığına gittiğimde, halini görünce kalbim acıdı.
Sürekli diyorum, bir kez söylüyorum;
Masal gibi, bir varmış bir yokmuş olan bu hayatta öfke, dargınlık neye kime?
Sonradan yaşanılan pişmanlıklar ve üzüntü, gideni geri getirebiliyor mu?
Hayır.
…
İnsanız, nefsimiz var.
Darılabiliriz, kızabiliriz, ama Peygamber efendimizin açıklamalarına göre, “Müslümanlar birbirleriyle en fazla üç gün üç gece dargın durabilirler”..
Daha fazla dargın durmaları yasaktır..
…
İnsanoğlu o kadar bencil ki...
Ölen birinin arkasından bile ağlarken, aslında kendisi için ağlıyor.
Bir daha onu göremeyeceği, ona dokunamayacağı için ağlıyor.
Ve yine kendi egosu için küsüyor, öfke besliyor.
Ömrümüzün “bir anlık” olduğu bilincinde yaşıyor olsaydık, “ne bu öfkeye kapılır, ne de negatif duygular besliyor olurduk” diye düşünüyorum.
…
Şu an çok sevdiğiniz, ama küs olduğunuz kişinin Alem-i Berrah’a geçtiğini düşünün.
İçiniz kabul etmekte bile zorluk çekiyor değil mi?
O yüzden sevdiklerimize sımsıkı sarılalım, kalbimizde sevgiye yer verip sevdiklerimizin değerini bilelim.
Ne demişler; “insanlar konuşa konuşa anlaşır, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır”...
Öfke ile kalplerimizi uzaklaştırmaktansa, tatlı dilimizle sevdiklerimizle uzlaşma yoluna bakalım.
Yoksa, pişmanlığın verdiği acı gerçekten çok büyük..
Sevgiyle kalın...