“Modanın üç esası olan sadelik, bakımlılık ve zevk satın alınamaz” der, ünlü tasarımcı Christian Dior. Etrafınıza bir bakın. Hemen hemen çoğu insanın yılın modasına ayak uydurmaya çalıştığını ve birbirine benzer kombinler yaptıklarını göreceksiniz. Bu durum her ne kadar uyumlu gibi görünse de bana aynı fabrikadan çıkmış, uğraşılmamış, alışılagelmiş ruhsuz makarna paketlerini hatırlatıyor.
Şekilleri farklı olsa da suda haşlayınca hepsi aynı tada sahip. Adeta farklı bedenlerde aynı tadı veren kombinler gibi. Belki mideni aç bırakmaz ama ruhunu da doyurmaz modunda.
Yılın renkleri, yılın pantolon modeli, yılın trenç akımı derken, bazen kendi tarzımızdan ödün verdiğimizin farkında mıyız? Moda gelip geçici dönemler yaratsa da asıl olan tarzdır. Tarzımızı tamamlayan, karakterimize ve kişiliğimize uygun, fizik yapımızı destekleyen kıyafetlere özen göstermeli, birkaç trend parçanın yanında kendi kapsül dolabımızı gözden geçirmeliyiz.
Dior’un da dediği gibi bazen para bazı şeyleri almakta yetersiz kalabilir. Zevkli olmak, kendi stilinin uyumunu yaşam enerjisiyle bütünleyen bir ruh ister. Bakımlı olmak, kişisel bakımını yaparken, saç-makyaj-el ve ayaklarda da uyumu yakalamayı da amaçlar. Sadelik, her moda olan şeyi üstümüze alarak başarabileceğimiz bir şey değildir. Sadelik kişisel ihtiyaçların tamamlanmasının ardından, ışık saçan bir parıltıyı ruhen uyandırabilmek, amaçsız kullanılan her parçadan sıyrılmak anlamına gelir.
Bütünlük moda kültürünün temelini oluştursa da, şıklığı sadece parçalarda arayanlarla doludur etrafımız. Kendi öz seçimlerinizden ve duruşunuzdan ilham alır stiliniz. Sizin eseriniz, sizin varlığınızda can bulur ve düşüncelerinizle şekillenir.
Basit bir fotoğraf karesinde dahi dikkat çekişiniz kendi ‘haute couture’nızdan kaynaklanır…