İnsanların hep bir arayış içinde olduklarına inanırım. Bu arayış kimi zaman maddi, kimi zaman manevi olsa da kimse ruhsal efendisini yani benliğini doyuramaz.
Maddi ve manevi doyum için elinden geleni yapan insanoğlunun açgözlülüğü de bir türlü bitmek bilmez. Bu arzular insanın doğası gereği, kişiliğinin getirmiş olduğu açlık ve doyum süreciyle eş olarak yol aldığını ve bu süreçte açlığın maddesel ya da manevi değerler taşıdığını düşünürdüm.
Ta ki, insanın aslında bütün açlığının ruhsal olduğunu kavramama kadar.
Nasıl mı?
Fark ettim ki, para da dâhil olmak üzere, maddi kazanımlar sonucu elde edilen; Eğitim, ev, araba, kitaplar, geziler, yiyecekler, giyecekler aklınıza her ne gelirse gelsin ucunun paraya dokunduğu her türlü tüketim açgözlülüğü ruhsaldır. Hadi benim aklıma yatan birkaç örnekle konuyu biraz daha açalım.
Örneğin çok paranız var ve geçen yaz herkesin dibi düşen o üstü açık arabaya onca parayı bayıldınız. Alalı henüz bir ay olmamışken bir sevgiliniz oldu ve o sevgili de üstü açık arabadan hoşlanmıyor!
Burada para sadece bir simge, arzu edilen nesneye ulaşmak için. Alınan araba da bir simge, o arabaya sahip olma arzusunu karşılayıp ruhunuzun efendisini tatmin etmek için.
Ya sevgili? Arzu ettiğiniz ruhsal haz tamamlanınca etrafınıza yaydığınız enerjiyle gelen bir varlık sadece. Onun varlığı da ruhsal bir tatmin aslında. Ama beğenmedi işte arabayı. Dolayısıyla beğenilmeyen arabayla beraber kötü bir simgeye dönüşen nesneye karşı soğukluk, isteksizlik başladı. Çünkü araba artık ruhunuzu tatmin etmeyecek durumda.
Ruhumuzun sahibi o muhteşem efendi istedi ve biz para kazandık, o arabayı aldık. Ruhumuzun efendisi o arabayı değersiz görünce artık o arabaya karşı sonsuz bir uzaklık hissettik. Amaç daima ruhu tatmin etmek, geri kalan her şey birer simge. Asıl istenilenin araba olmadığı aşikâr ortada. O arabanın getireceği ruhsal haz istenmişti hepsi bu. (Efendi vazgeçti, başka şeyler isteyecek!)
Çok ama çok para arzusuyla yatıp kalkan bir insanın gerçekte ruhunun efendisine boyun eğmesi de kaçınılmaz. Asıl arzu edilen hiçbir zaman para olmadı. Parayla beraber gelecek saygınlık (ki insanoğlu dışsal tepkimeler sonucunda bu yargıya varıyor), parayla gelen özgüven, parayla kazanılan mevki...
Bunların hepsinin altında dikkat ederseniz ruhsal bir tatmin var.
Takibinde olduğunuz bir marka, harika bir ayakkabı tasarladı. Bu ayakkabıyı da bir arkadaşınızın ayağında gördünüz ve sizin ayağınızda geçen yıl ki tasarım model var, beğenerek giyiyorsunuz. İlginçtir ki, arkadaşınızın ayağında gördüğünüz model daha önce katıldığınız lansmanda bile ilginizi çekmemişti. Ama o an, ona sahip olma arzusunun tek bir nedeni vardı; Ruhsal tatmin getirecek olan, o arkadaşınızın o anda size yansıttığı kendi özgüveni ve arkadaşınızın etrafındaki ilgiydi asıl istediğiniz. O ayakkabıyı dayanamayıp açgözlülükle hemen sipariş verdiniz ve geldi. Ayağınıza da cuk diye oturdu ama tarzınız değil işte, gözünüze batıyor, bir de üstüne yakışmamış diyenler çıktı. Ayakkabı, para, mal mülk hiçbir şeydi. Tek ihtiyaç vardı sadece ruhun efendisini tatmin. O halde hiçbir açgözlülük maddesel incelenmemeli. Her şey insan ruhunun biçtiği değer yargılarının içinde yine ruhsal efendisinin istekleridir.
Ve insan daima bencil. Efendisi için ne gerekiyorsa onun peşinden koşmaya mahkûm!
*Açgözlülük ruhsal mı, maddesel mi diye size sorsam siz ne cevap verirdiniz merak ediyorum. Cevaplarınızı mail adresime göndermeniz beni mutlu edecektir.