Yakın zamanda Muratpaşa Camii ile MarkAntalya arasında kalan kısımda bulunan oldu mu?
İnsan kalabalığının artık farklı bir boyut kazandığını gözlemlemek hem beynimi hem de ruhumu yordu. Sırf merakımızdan bir arkadaşımla beraber oturduk, insandavranışlarını izlemeye koyulduk. Farklı kültürlerden, farklı ülkelerden gelen yabancı kalabalığın içinde kendi insanımızı bulmakta zorluk çektik. Kabul edilebilir tek şey Antalya’nın turizm cenneti olduğu ancak burada ‘turizm’ kalitesinin düşmesiyle cennetimiz cehenneme dönmüş durumda.
Yediklerinin, içtiklerinin kalıntılarını yol kenarına bırakan, görüntü kirliliğinin yanında gürültü kirliliğinin nirvanasını yaşatan, yürüdüğün caddenin tamamını kaplayarak karşıdan gelenin geçmesine engel olan, toplumsal değerlerin farkındalığına varamamış yüzlerce insan…
Yani, kültürel gelişimini tamamlayamayanların sığınağı haline gelen Antalya’mızda maalesef şu sıralar cadde ve sokaklarda turizmden bahsetmemiz pek mümkün değil.
Bir tarafta kuyumcu önlerinde sıraya girip altın alıp, bozdurmak üzere Arap ülkelerinden gelenler, bir tarafta yine aynı coğrafyanın bir başka yüzü, dilenenler…
Şimdi gelelim bunca insan seli esnasında neler yaşanıyor?
Sömürü dünyasında, duygu sömürüsünün had safhaya geldiği memleketimizde dilenen vatandaşların artık uyrukları da değişti. Göçmen olarak ülkeye yerleşenler şimdi dilencilikte sınır tanımıyorlar. Hızla dilimizi kendi alanlarında öğrenen, bir ekmek parasıyla başlıyor, çocuğa süt, bez parası, mama parası, yağ, şeker, çay isterken gayet güzel Türkçe konuşuyor. Ola ki, ‘Param yok’ dedin, sana ATM’nin yerini bile gösteriyor. Ayıp kavramının etkilemediği bu insanlar sokağa öyle hâkim olmuş ki, sinekten yağ çıkaracak duruma gelmişler. Tabi bunları gören bizim eski dilenciler de artık level atlamış, boyut değiştirmişler.
Dolandırıcılıkta son nokta; Ses duyurmaca!
Oturduğumuz masanın yanından iyi giyimli, 25-30 yaş aralığında bir genç bir delikanlı geçti. Kulağında telefon, sıkıntılı bir şekilde, “Ne diyorsun kardeşim, ben annemin 170 TL tutan kanser ilaçlarını dahi alamadım. Yanımda hiç nakdim yok” diye konuşuyor. İster istemez çok net duyduğumuz bu cümleler içimizi burktu. Arkasından baktık kaldık. Çocuk telefonu kapattı, saçını başını oflayarak karıştırdı, bir kenara oturdu. Sonra tekrar ayağa kalktı, etrafına bakındı, telefonu çıkardı ve hiçbir tuşa basmadan kulağına tekrar götürdü. Aynı cümlelerle bu sefer ATM’nin olduğu tarafa doğru ilerledi. Sonra orada telefonu kapattı, biraz da orada oturdu derken bir baktık bu durum3-4 sefer daha tekrar etti. Bizim dikkat kesildiğimizi görünce de gözden kayboldu. Eğer takibe almasaydık ve ilk duyduğumuz anda çıkarıp para verseydik, annesini bahane ederek dilenen birinin cebine duygularımızdan sömürdüğü harçlığını koyacaktık.
Demem o ki, artık her sektörde olduğu gibi kalabalık caddelerde dilenenler de yeni yöntemler geliştirmiş, girişimcilikte yelpazeyi genişletmişler. Artık öyle gelip üç beş lira istemekle kalmıyor, bayat ekmek yer gibi yapmıyor, hastane önünde yol parası için yanına gelmiyorlar. Senden uzak ama senin vicdanına yakın bir yerlerde öylece isteklerini dile getiriyorlar. Farkına varırsan uzaklaşıyor, aldanırsan fazlasını cebine katık ediyorlar.
Bunları sen çay-kahve içerken, iki lokma yerken, ATM’ye yakın otururken yapıyor, nakdin olmasa bile algıda iletişim yolunun en vicdani örneğini yaşatıyorlar.