Sabah otobüs durağında kendinden emin, şık görünümlü henüz 60’lı yaşların başlarında bir hanımefendiyle günaydın sohbetimizin ortasında, önümüzden geçen 70 yaşlarında bir amcamız gereksiz ve şuursuz bir şekilde gözünü durağa dikmiş bakarken, altındaki bisikletle beraber yol kenarındaki çöp konteynırına bodoslama girecekti ki ucuz kurtardı derken, arkasından gelen araç çarpacaktı, bu sefer de şoför direksiyonu kırdı…
Anlık da olsa bu atraksiyon karşısında adamın canı için endişe etmiştim. Yanımdaki hanımefendi ise gayet ılımlı ve sabırlı ses tonuyla; “Anlayamıyorum. Antalya insanı son zamanlarda çok değişti. Adamcağız yaşına da bakmıyor ama açıkta bir şey görmüşçesine bize bakıyor, ne biçim insanlar olduk. Bir gafletle canından olacak, günahsız şoförün de hakkına girecekti ” , dedi.
Gerçekten de ortada dönüp bakılacak bir durum söz konusu değildi keza öyle dahi olsa, trafik esnasında hiç yakışık almayan bu bakışların müsebbibi eğitimsizlik ya da ahlaki değer kaybı olabilir miydi diye düşünürken hanımefendi yakın zamanda yaptığı bir doğu gezisinden konuya binaen örnekler verdi.
“Emekli arkadaşlarımızla daha geçtiğimiz hafta doğu turundaydık. Urfa, Mardin, Diyarbakır, Van, Siirt, Batman, Tunceli şöyle bir dolaşıp geldik. Tabi bazı arkadaşlarımız ilk defa gidecek olunca, sağdan soldan duyduklarıyla gelişen ön yargılar neticesinde tedirgin oldular ama kısa sürede bu tedirginliğin yerini gönül birliği aldı. Gece gündüz demeden dolaştık gezdik, köylerde evlere misafirliğe kabul edildik. Açık-kapalı diye ayırt etmeksizin, giyime kuşama bakılmaksızın her gördüğümüz bey de hanım da saygıda kusur etmediler. Ellerinden ne geliyorsa yardımcı olmaya, insan kazanmaya çalıştılar. Gece bir grup kadın dışarda oturup sohbet ederken dahi muhitin erkekleri kafalarını önlerine eğip öyle geçtiler yanımızdan. Gençliğimde de böyleydi. Erkekler tanımadıkları kadınların yanından geçerken kafaları kaldırmazlar, tanıyorsa da edepli bir şekilde selam verip geçerlerdi.
Şimdi soruyorum; Akdeniz’in incisi, en güzel iklim kuşağı, her sene yüzbinlerce turist kabul eden büyük şehir Antalya mı daha modern, daha kültürlü, daha ahlaklı, yoksa yıllarca çekindiğimiz korktuğumuz Doğu mu? Ben bu güzel şehirde otuz yılı aşkın öğretmenlik yaptım ama bu son zamanlardaki kadar başıboşluğa, yozlaşmaya ve değersizleştirilmiş yargılara rastlamadım”, dedi.
Karşımdaki emekli bir öğretmendi. Gördükleri ve karşılaştıklarını düşünürsek eleştirisinde haklı olduğu yerler de vardı ancak bu derece keskin bir eleştiri de bir önyargıyı kırarken bir başka önyargının beslenmesine sebep oluyordu. Evet, Doğu’da, Anadolu’da söylendiği gibi dışardan gelene ya da etraftaki hanımlara karşı daha sessiz, daha saygılı bir tutum vardı elbet, bunu ben de gittiğim yerlerde fark ettim ancak herkesi aynı kefeye koymak da imkânsızdı. Orada başını evden dışarıya çıkaramayan, okumasına izin verilmeyen, genç yaşlarda aile baskısıyla çocuk yaşta yaptırılan evliliklerin oranı da batı kesimine göre fazla kalıyordu.
Ahlaki değerler dışarıya saygıyla yansıtılırken, kendi kadınına, kızlarına aynı değeri veremeyenler de var. Tabi ki bu durum insandan insana değişen bir tutum ancak toplumsal baskıyı güçlendiren sessiz cümlelerin yıktığı hayatları görmemezlikten de yakışık almaz. Çünkü değer yargıları kendi içlerinde şekillenmiş olanlar var. Örneğin hafif açık kıyafetli olarak değerlendirdikleri bir kadını yolda görse başını öne eğiyor ancak evdeki hanımı kısa kolla pazara gitse kıyameti koparıyordu. Bu durumda başı öne eğmek saygıdan çok, onaylamamak anlamına mı geliyordu? Dışardan görünen tablonun derinliğinde ahlakı sorgulayan tavırlar, içerdeki tablonun kadını eziliyor, sosyal ve toplumsal baskı yöre halkını ele mi geçiriyordu?
Yani kısacası bu işin doğusu- batısı kalmamıştı artık. Yozlaşma kimi zaman direk tavırlara yansısa da kimi zaman derin düşüncelerde yerini alarak geleceği şekillendiriyor. Tek çare, eğitimle, görgüyle, kültürel değerlerimizle olgunlaştıracağımız gençliğimizi kucaklamak; önyargıyı her nerede nasıl olursa olsun bir kenara bırakmak için çaba harcamak olacaktır. Bugün hiçbir şeyin ardına saklanmadan, hiçbir fikri yargılamadan evvel, iç huzura, vicdan terazisine yoğunlaşmak, gönül gözüyle bakabilmeyi, insan özüyle görebilmeyi denemek lazım.
İşte o zaman insanımız, insanımızı sadece duruşundan, bakışından değil, yüreğinden tanıyacak.