Geçtiğimiz günlerde AGC’nin ‘Kişisel Gelişim Buluşmaları’ serisinin ilk konuğu, bilişim ve teknoloji alanında başarılı çalışmalara imza atan gazeteci ve yazar M.Serdar Kuzuloğlu vardı. Biz de Antalyalı gazeteciler olarak, Antalya OSB sanayicileri ile birlikte Kuzuloğlu’nun ‘Koronavirüs Sonrası Dünya ve Değişen Dünyada Medyanın Konumu’ başlıklı söyleşisinde buluştuk. Sosyal medyadan takip ettiğim yazarın canlı söyleşisine ilk kez katılıyordum. Samimiyeti ve içtenliği, günümüzde değişen medyanın teknolojik açılımında, eminim ki dinleyiciler arasında farklı boyutlar kazandırdı.
Genç neslin her ne kadar teknolojiye farklı eğilimler üzerinden yoğun ilgisi olsa da orta yaş grubu ve ileri yaşlar, maalesef bu kavrama pek de yakın değil diye düşünüyorum. Hatta buna ben de dâhil.
‘Sosyal medyayı nasıl daha etkin kullanabiliriz, yeni teknolojik gelişmeleri girişimcilik yönüyle nasıl ele alabiliriz’ gibi konularda ciddi eksikliklerimiz ve yenilenen fikirsel üretimden ziyade daha çok kopyalayıcı tavrımız ön plana çıkıyor gibi. ‘Teknolojinin çağımızda daha ulaşılabilir olması sebebiyle farklı kaynakları en iyi şekilde değerlendirip, iş ve sosyal hayatımızda nasıl kullanabiliriz’ sorusuna da verimli cevaplar alabileceğimiz bu güzel söyleşide yazar, öyle bir örnekleme yaptı ki, günlerdir aklımdan çıkmamakla birlikte dilimden de düşmüyor.
Balinaları bilirsiniz!
Bu örneklemede hepimizin az çok bildiği okyanusların en ağır ve büyük canlısı balinalardan söz etti. Solungaçları olmayan hatta bizim gibi oksijenle hayatta kalan balinalar, memeli olduklarından (kara kökenli) hava solumak zorundalar. Dolayısıyla su yüzüne çıkarak ciğerlerinden karbondioksiti dışarı vererek taze oksijen alırlar. Dalma sırasında kaslar sayesinde nefes delikleri kapanır ve bir daha su yüzüne çıkana kadar kapalı kalır. Bu süre balina cinsi ve kas yapısına bağlı olarak 60-90 dk bulabilir. Suyun yüzüne çıktıklarında nefes delikleri kaslar sayesinde açılır ve soluk verirler. Kendisinin ve yavrularının beslenme ihtiyacını karşılamak için kütlesel bakımdan ağır olması sebebiyle de yavaş hareket eden balinalar, uzun zaman aralığında suyun altında kalabilirler. Buraya kadar ortalama bir bilgimiz var olabilir ancak olay bundan sonra başlıyor…
Nasıl mı? Diğer deniz canlıları bu ağır ve yavaş hayvanı kaya zannedilebiliyormuş. Bu sebeple diğer canlılar üzerine yuva yapabiliyor ve balinanın yüzeyinde asalak olarak yaşayabiliyormuş. Malum kendi vücut ağırlığıyla hareket etmekte zorlanan balinaların üzerinde yaşayan canlılar ve onların atık birikintileri, balinanın oksijen almak için suyun yüzüne çıkmasını zorlaştırıyormuş.
Böyle durumlarda balinalar okyanus suyunun akıntıya karıştığı alanlara yaklaşıp, tuzlu suda yaşayan bu asalak canlıları tatlı suya yöneldiği vakit derisinden atıyor, hafifliyor, tazeleniyor, temizleniyormuş. Hafifleyen balinalar, suyun yüzüne çıkmasıyla beraber güçlü bir oksijenle yeniden doğarcasına yoluna devam edebiliyormuş.
Bunu deniz canlısı balinalar yapıyor! Düşünebilen, zamanını, ömrünü nasıl ve kimin için harcadığının farkında olmayan, yaşamak için gerekli ihtiyaçlarını karşılamak için hayatın içinde kaybolan, çoğu kez omuzlarında gereksiz yük taşıyan insanlar değil!
Maalesef, değişimden, yenilenmekten, dibi görmekten korkan insanlar; yeniden doğuşu tüm benliğiyle ortaya koymaya hazır değiller. Aklını, tecrübesini kullanarak ve gerekirse tüm çevresini değiştirerek suyun yüzüne çıkıp nefes alabileceklerini unutuyorlar.
Belki bu balinalar aklımıza her gelişinde ‘yeniden’ için, akıl ve bilinç düzeyini geniş tutarak, farkındalık ve nesnel gerçekliği önemseyerek yeni yollar, yeni imkânlar keşfedip, yeniden nefes alabiliriz diye düşünüyorum.
Ne dersiniz?