İletişimde en çok ilgimi çeken durum; konuş-a-bilmek! Aslında konuşmayı bilmekle konuşabilmek arasındaki fark ne kadar büyükse, üsluba dikkat etmek de o denli önemlidir. Aslında iletişimde olduğumuz insanların tepkilerine tepkiyle cevap vermek yerine dikkate alırsak, onları tanıma fırsatını da yakalamış oluruz. Çünkü neyi, nerede, nasıl konuşacağımızıözetidir de diyebiliriz aldığımız tepkilere.
Geçenlerde hanım arkadaşlarla sohbet esnasında bir iki kahve yudumladıktan hemen sonra ufaktan serzenişler başlamış, almış başını gidiyor. Kimi komşuyla girdiği tartışmadan bahsediyor, kimi oğlunun değişen tavrından. Kimi eşinin kahve isteyişinden, kimi doktorun kendisine olan söylemlerinden. Dinledikçe, “O ne dedi, bu ne sordu, sen neden böyle dedin,” gibi soruları sıraladıkça, olay benim konuşmacı arkadaşımı mı, yoksa şikâyette bulunduğu şahsı mı destekliyor olmam noktasına kadar geldi.
“Konulardan bir ikisini ele alalım, bakalım sorun neredeymiş” diyerek söze başladık. Konuşmayı başa alarak irdelerken, konuşmayı yapanların başta anlattıkları kadar hararetleri, kızgınlıkları da kalmamıştı. Empati kurarak ilerleyen replikler, sıkıntı vermekten daha çok, konuşmacı arkadaş için anlamsızlaşmaya hatta “Aslında ben de şöyle söylesem konu uzamazdı, bana böyle deseydi ben zaten anlardım, haklısın aslında hiç düşünemedim ya da demek ki aklına gelmedi” gibi cümlelerin yoğunluğuna bırakmıştı kendini.
İnsanlarla ikili ilişkiler kurarken gözden kaçırılan en önemli noktanın, neyi söylediğimizden çok, nasıl söylediğimizin önemiydi aslında.
Durum anlaşıldıktan ve tatlı sefasına geçildikten sonra kısa bir hikâye anlatanımız bile olmuştu:
-Zamanın birinde padişahın canından çok sevdiği bir beyaz atı var. Öyle çok seviyor ki, at bir gün ölürse, ölüm haberini getirenin kellesini alacağını söylüyor. Aylar, yıllar derken bu beyaz atın da her canlı gibi eceli geliyor ve ölüyor.
Sarayda bir telaş. Ne yapsalar etseler de bir türlü padişahın huzuruna çıkıp, bu elim haberi kimin söyleyeceğine, daha doğrusu kimin feda edileceğine karar veremiyorlar.
Seyis başı dayanamıyor ve“Onca sene beyaz at bana emanetti. Gidip padişaha söylemek de bana düşer. Hakkınızı helal edin” diyor ve ayrılıyor aralarından. Padişahın huzuruna çıkan seyis başı başlıyor anlatmaya;
- Padişahım, diyor. Sizin beyaz at var ya!
- Evet diyor, Padişah. Seyis başı:
- O, yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor.
Padişah :
- Seyis başı, seyis başı! Desene, bizim beyaz at öldü!
Seyis başı:
- Aman Padişahım! Ben demedim, siz dediniz benim canım Sultanım, siz dediniz Kağanım, siz söylediniz aklıselim Hükümdarım!
İşte bizlerin arasındaki iletişimde de asıl mesele bu. Karşı tarafı tanıyor ve tavrını biliyorsak, kelime seçimlerimize dikkat ederek, üslubumuzu değiştirerek daha sağlıklı iletişim kurabiliriz. Gerek aile, gerek sosyal çevre, gerekse iş hayatımızda anlaşmazlık çıkmasına engel olabilecek yegâne anahtardır, söyleme şeklimiz, kelime seçimlerimiz. Bunları yaparken ses tonumuz beden dilimizin de üslubumuzu desteklemesi gerek.
Güzel sözler söyleyip, güzel sözler duyacağımız bir yaşam olsun.