Eminim aile olmanın önemine vurgu yapan nice demeçler, kitap cümleleri, dergi yazıları ya da tanıdığınız insanların anlatımlarına rast gelmişsinizdir. Belki de farkındalık geliştirmek üzere okuduğunuz yayımlarda ya da dinlediğiniz insanlarda kendi aile yapınızla uyuşan değerleri esas alıp, farklılık gösterenleri de sabırla dinleyip, saygıda kusur etmemişsinizdir.
Aile denilince akla ilk gelen anne-baba ve çocuklar ya da geniş aile kavramı gibi somut sıfatların dışında, aile olmanın esaslarıkişiden kişiye değişkenlik gösterir. Bu konuda en gerçekçi yorumu yarım bırakılmış çocukluklardanalacağımızı ve bu sayede manevi değerlerin, ruhsal sağlığı yerinde bireyler olmanoktasındadaha kaliteli farkındalık kazandıracağı varsayımını öne sürebilirim.
Öyle ki, mükemmel bir kadınla, mükemmel bir erkek kavramlarından mükemmel karı-koca ya da mükemmel çocuklarla bağlantılı mükemmel bir aile oluşmuyor maalesef. Sevgi, saygı ve hoşgörü temelinde oluşan çatı aile kavramında kimin mükemmel olduğundan çok, neyin mükemmel sonuç verdiğinin önemine bakılıyor ve o çatı altında gelişen değerlerle bağlantılı nesiller ortaya çıkıyor.
O öyle bir çatı ki; kadına karşı oluşan değer yargısı, erkeğin korumacı tavrı, bireysel ve ailesel özgüven, özgürlük anlayışı, çocuklar için gelecekte aile kurma eğilimi ve ailesinin devamlılığını sağlama potansiyelide o çatıda oluşuyor. O çatı altında aileler, anne –baba kopyalanarak da oluşmuyor. Çocuklargeniş perspektifle anne-babanın özgün deneyim ve kazanımlarını yaşamlarına rol model almalarının yanı sıra, kendigelişim düzeylerinisağlıklı bir zeminde ilerletip belli bir olgunluğa ulaşıyor. Ve böylelikle ortaya asıl mükemmel olan “insan” kavramı çıkıyor.
21. yy da hala aile içi şiddeti, aile olabilmenin gereklerini, aile yapısını tartışıyor, gerekçelerini yazınsal sözleşmelere bağlıyoruz. Ortak değerlerimizi rafa kaldırıp, sadece yaptırımlar üzerine kurulu sözleşmelere, yasalara güveniyor; geleceğimizin temellerini oluşturan gerçek yargılarımızın, varlığımızın temelini oluşturan insan olma algımızı yönetemiyoruz.
Bu durumda, eğitimli ya da eğitimsiz bireylerden daha çok, vicdanlı ya da vicdansız bireylerden bahsetmemiz gerekiyor sanırım.‘Eğitim ailede başlar’ gerçeğini dikkate alırsak; Nasıl da şiddete, vahşete, bencilliğe, yüksek egoya mahkûm bireyler yetiştirmişiz? Nasıl, insan olmanın, öz varlığı korumanın güzelliğinden vazgeçmişiz diyesorgulanma vaktimizin geldiğini, hatta geç bile kalındığını fark ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti olarak, ülke yasalarımızın en iyi şekilde iyileştirileceğine ve gereken bütün desteğin mağdura, güçsüze, canlı olan her varlığa adaletle verileceğine inancım tamdır.
Ancak öz adaletin, öz inancın veremediğini, yasal maddelerin sadece yaptırım gücüyle, teşvikle oluşturacağı hususunda endişelerim insanlık adına bitmek bilmeyecek.
Geçmişten günümüze gelişen ve olgunlaşan toplumsal değerlerimiz yüksek bilinçle, tamamlanarak büyümüş evlatlarla, farkındalık kazanmış bir gelecekle mümkündür.
O halde oluşturacağımız adalet sistemimizin sadece maddelerle değil, insanlığın özüne işleyecek vicdani muhasebeyle yapılması gerektiğini ve bu gerekliliğinde aile içinde verilmesinin zorunluluğunu kendi öz idrakımızla ortaya koymalıyız. Bunu yapamadığımız sürece dayatılan hiçbir sözleşmenin varlığı ya da yokluğu bir temel ihtiva etmeyecektir.
Yedi düvele hükümdarlık yapmış, söz geçirmiş milli geçmişimiz; kadına, çocuğa, güçsüze, düşmüşe daima kol kanat germiş ve bu esasla varlığını sürdürmüştür. Bugün hala şiddetten bahsediyorsak bu medeniyetimize ve geçmişimize gerçek manada sahip çıkamadığımız, geleceğimize yansıtamadığımız içindir.
Gelecek biziz. Dün bizi yetiştirenlerle şekillendi, bugünü bizler oluşturuyoruz ve yarını yaşayacaklara örnek oluyoruz. Yarınlarda konuşacak daha güzel şeylerimizin olacağını umud ederek, geleceğimize sahip çıkalım.