Bir şehir düşünün;
Ağacında yeşermiş dalı, dalında goncası, gecesinde yağmuru, sabahında ayazı, öğleyin güneşi, akşama seher yeli…
Yaşadığımız tam da bu değil mi?
Akşamın geç saatlerinde usul usul başlayan rüzgâr yerini fırtına şiddetinde esintiye bırakırken, huşu içinde dalgalanan ağaçlara eşlik eden inceden yağmur sesine hayranlıkla kulak kabartmış öylece dalmışım. Yağmurun hışırtılı ninnisinde öyle bir uyumuşum ki, gecenin sabaha uyanan mis kokusunda açtım gözlerimi.
Hafif kapalı ama umut veren tatlı bir esinti, cıvıl cıvıl kuş seslerinin kulağa gelişini dağıtırken, perde aralığında hafifçe gülümseyen güneşin sarı sıcak ışıltısı…
Kahvaltı kokularına karışan günün ilk ışıklarında, havayı tahminde zorlananlara ufak tüyolar da verebilir hale geliyorum. Moda ikonlarını bile hayrete düşürecek bir günün iklim değişikliğine oranla, ince bir ceket, belki mevsime uygun bir bot ama mutlaka çantanın bir köşesinde hem yağmura, hem güneşe elzem şemsiye bulundurulacak. Bunun dışında ani çıkacak rüzgâra kalkan görevini üstlenecek, ince bir şal alınması da uygun olacak. Şapka tercih meselesi tabi. Gözlük de olsun. Paltoyu taşımak zor olabilir dolayısıyla ince ceket üzerine trenç de almanız yeterli şimdilik.
Yani anlaşılan o ki, öyle portföy, minnakclutch çantalarla dışarıya çıkmanız zor gibi.
Kılık kıyafeti tamamladığımıza göre gelelim evin haline…
Dışarı çıkarken balkon kapısı dışındaki pencereleri kapatmak mantıklı bir çözüm. Telde çamaşır bırakmamak, varsa tenteyi katlamak, balkon perdesinin yırtılmaması için tek bir yere toplamak ve gerekli olmadıkça adaptörleri prizde takılı bırakmamak da önemli.
Gözle görünürler toparlandıktan sonra, gelelim ruhumuza. Ruhumuz her güne farklı bir yaklaşımla kendini idraka zorlarken, imdada yetişen bir umut kokuveriyor havada. Hem de ne koku. Portakal çiçeğinin nergise karışmış eşsiz kokusu ciğerlere dolarken, bu dünyada da cenneti bulmanın mümkün olacağı geliyor akla. Bu tesirle ruh kendini yüce değerlerin hiçliğinde müzmin bir ferahlığa bırakıyor ve gökyüzünde gülümseyen ama her an ağlayabilirim dercesine süzülen bulutlarla yüzleşiyor.
Ey güzel şehir, her mevsimi birbiri ardına gizli, yeşili mavisine hayran, insanı dalgasına, sevinci gözyaşına karışan şehir…
Gülüne de razıyım, dikenine de diyerek tatlı bir tebessüm sarıyor tüm benliği…
İşte Antalya…
Dört mevsim bir bedende varlığıyla, izahıyla ancak tek bir yerde olabilir dedirtiyor insana.