“Vakit tamam, şu kadar yıl hizmet ettiğim şu okula, şu öğrencilere, bu şehre veda ediyorum, artık yolumuz burada ayrılıyor, emekli oluyorum.” Dedi İnci Öğretmen.
Ve gitti.
Daha genç de sayılabilecek bir yaşta, henüz altmışlarının başındaydı. Uzun yıllar Türkçe derslerinin başkahramanı olduğu sınıflarında o dersteyken çıt çıkmamıştı. Tüm öğrencileri bu ufak tefek kadını hem sever, hem de çekinirdi. Zeki kadındı İnci Öğretmen. Öyle gereksiz esprilere siz mutlu olun diye tebessüm etmez, hiçbir soruyu cevapsız bırakmaz, hiçbir ders saatine bir dakika olsun geç kalmazdı.
Dedesi gazi, babası emniyetten emekli, annesi hemşire olan bu kadının öğrencilerine anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki, ders bitene kadar, sözünü bölmek dahi istemezdi öğrencileri. Bazen çantasından cıncık ya da badem şekeri çıkarır, dersi dikkatle dinleyenin defterine bırakıp geçiverirdi yasemin kokusunu burnunuza estire estire.
Her hareketi anlam yüklüydü bu kadının. Masasında sabit oturmuş kulağındaki inci küpesini çevirmeye başladıysa ve uzun uzun dalıp, kısa kısa öğrencilerine göz atıyorsa sınav yapacağını hemen anlardınız mesela.
Kısa ve küt topuklarını yere vura vura girdiyse derse, bilirdiniz sınav sonuçlarına kızgın, ya da nöbet esnasında bir öğrenci canını sıkmış, belki de paylaşmak istemediği bir acısı var öfkeyle karışık. İşte o an dünyanın en muhteşem öğrencileri orada olurdu. Çünkü kızarsa küserdi İnci öğretmen. Ama cidden küserdi. Bilirdiniz. Işıl ışıl, kara kara bakan gözleri hep gülsün isterdiniz.
Hele bir de uzun sıra köşelerini bir topuğunu yere sıyırtarak, omuzunun tekini düşürüp, narin bedenini hafifçe döndürdüyse, oh değmeyin o gün sınıfın keyfine. Şakalar havada, yakalayan yakalayana. Bir de sınıf öğretmeninizse, Cuma’ya maça izin bile alırdınız İnci Öğretmen’in eşliğinde.
İşte böyle bir öğretmen nasıl olur da emekli olabilir siz söyleyin şimdi?
Eve vardığında ve emekli konuşmasını kafasında tekrarladığında anladı ki şimdiden okulunu, öğrencilerini özlemişti. Dırdır İsmail’in dersine daha bu sene girmişti ve o çocuğu adam edecekti. Çakçak Ayşe’nin öğretmen olabilmesi için ailesini ikna edecekti. Somurtkan Ali’yi güldürecekti. Ah şu sırt ağrıları ilerlemeseydi İnci Öğretmen’in.
Bir sene sonra…
Hastalığı ilerleyen ve rehabilitasyon sürecine giren öğretmenlerinin hastane olduğunu öğrenen öğrenciler, sürpriz bir ziyaret tertip ettiler. Gördükleri onları hiç şaşırtmamıştı.
İnci Öğretmen, hastane bahçesinde tedavi gören bir sınıf dolusu çocuğu etrafına almış, şiir okutuyordu.