Gelinciği bilir misiniz? Aslında genel bir isim olmakla birlikte Mustelidae familyasından Mustela cinsinden bazı küçük yapılı etçil türlerinin ortak adıdır gelincik. Bu küçük etçil hayvanı yolda görseniz alıp bağrınıza basmak istersiniz. O kadar sevimli, o kadar güzel ve narin bir yapısı vardır ki, sahiplenmeyi düşünenleri dahi olmuştur, ta ki bu güzelliğin gerçek yüzünü öğrenip, kaçacak ya da onu kaçıracak her türlü destek arayışına geçene dek. Sansargiller ailesinin en küçük etçili olarak anılsa da boyundan büyük tavuğu, yılanı ya da bir fareyi cuk diye mideye indirebilecek zekâya ve dişlere sahip. Genellikle kemiricilerle beslendiği için, yaşam alanı fare açısında da zengin olmalı. Mevsimsel olarak değişen besinlerine ek; kuş, kuş yumurtaları, tavşan ve kedi yavrularını hatta kertenkeleleri de mideye indirebiliyor.
Şimdi nereden mi aklıma geldi bu gelincik? Yakın zamanda gördüğümü filan da düşünebilirsiniz. Bu gelincik hayvanını birebir gördüğüm doğrudur ama aslında hepimiz her gün görmüyor muyuz, bu sevimli hayvanın insan vücudunda ruh bulmuş halini. O kadar sevimli, o kadar narin, o kadar güzel insanlar var ki, keşke ruhları da görüntüsüyle aynı paralellikte olsaydı diye düşünmüyor muyuz? Hadi hayvancağızın yaradılışında sevimlilik, fıtratında yaşamak için yemek, yemek için, parçalamak, yok etmek, sinsice planlar kurmak, geceyi beklemek, kuytuda gizlenmek ve sonunda içgüdüsel olarak besine ulaşmak var.
Peki insan olmanın fıtratında ne var?
“Kur’an bağlamında fıtrat, insanın yeme içme, dinlenme, cinsellik ve barınma ihtiyacı gibi fizyolojik özelliklerinden ziyade; akıl, sevgi, hakikatleri araştırma, hayra yönelme, şerden kaçınma, yaratıcılık ve tapınma gibi manevi niteliklerden oluşmaktadır.
(DergiPark Yıl 2017, Cilt 21, Sayı 3, Sayfalar 1671 – 1704)
Yani insan içgüdüsel hareket etmeyip, akla ve mantığa, vicdana uygun bir yaşayışı benimseyecek niteliklerle yaratılmış. İnsan daima hakikati arayan, bu arayışını ilimle ve bilimle taçlandıran, bu bulguları da sevgiyle harmanlayıp, akıl süzgecinden geçirerek, kendinden sonraki nesle aktarabilme özelliğine sahiptir. Peki, eğitilmemiş, hantal, yenilenmemiş ve aydınlanmamış beyinlere sahip insan bedenine yerleşmiş ruhları nasıl tanımlamamız gerekiyor? Bugün hayvanlar âleminde bile akıl unsuruna rastlanırken; şerden kaçınıp, hayra, güzele, ilahi aşka ve evrensel sevgiye kucak açması beklenen insanoğlu, nasıl oluyor da bu aklı yeterince iyi, fıtratına uygun kullanamıyor? Bir de üstüne üstlük işte böyle gelincik gibi hem sevimli olup, hem de özünü henüz tanımayan biçarelerin kümesini darmadağın ediyor, kuşunu yem yapıyor. Zaman zaman da yılanına gözdağı veriyor kendi çıkarı için. O da yetmiyor kışın beyaza, yazın kahveye dönen gelincikler gibi zamanın içinde evirilmeye devam ediyorlar. Maksat kamuflajı sağlam olsun. Bunu bilenlerle iş tutulsun. Kamuflajı görmeyenlere de nesli tükenen beyaz gelincik etkisi yaratılsın. Hoş görmeyenin,bilmeyenin de vay aklına(!) Sonuçta insan fıtratının özü değil midir ki, aklı kullanarak bilgiyi güncellemesi.
Ne gelincik olun bu hayatta, ne fıtratına ihanet eden insan.
Bilinmelidir ki, bundan sonrası da var ey inanan.
Akılla ilme, tevhide, bilgiye eriştiren zaman,
Bunları açacak tek anahtardır vicdan…