“İyiyi ve kötüyü yaratmak isteyen önce bir yok edici olmak zorundadır ve tüm değerlerini paramparça etmelidir. En büyük kötülük en büyük iyilikle beraberdir ama bu yaratıcı iyiliktir.
Kötü de olsa konuşalım bunu çünkü susmak daha kötüdür. Çünkü suskunlukla geçiştirilen her hakikat zehirlenir. Parçalanacak ne varsa hakikatlere çarpıp parçalansın! Daha inşa edilecek çok şey var.”
Muhteşem satırlar, öyle değil mi…
Okurken bile insanı geçmiş öğretilerinden, gelecek kaygılarından, andaki bekleyişlerinden sıyıran, yıkımın ardından gelecek yeni insan modelinin başlangıcından bahsediyor. Felsefesinden çok farklı anlamlar çıkardığımız, kim nasıl bakıyorsa o noktada anlatımlarının zenginleştiği ya da kısır kaldığı bir düşünür; Friedrich Wilhelm Nietzsche.
Tam bir kültür eleştirmeni, din, ahlak ve felsefe adına ciddi metaforlar üretmiş, tarihin tozlu raflarına geleceği adlandırarak hayata ayrıcalıklı ironiler kazandırmış biri.
İyi ne, kötü ne!
Nietzsche’ye göre, her şeyden sıyrılarak, hayatının bilinen en dayatılmış yönlerini sorgulayarak ve her şeyi yok ederek başlıyor insanın iyiyi -kötüyü yaratma süreci.
Katılmıyor da değilim hani. İyi ya da kötü… Neye göre, hangi düşünceye, anlayışa, hangi kültüre göre şekilleniyor. Bir bebek henüz doğmadan neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar verenler tarafından sorgusuz sualsiz yeni doğana bilinen öğretiler yükleniyor.
O yüklemeyle gelişen insan, öncekinin bir benzeri olmaya ya da bir öncekine benzeyemediği için dışlanmaya zorlanıyor. Ve bu kalıplar sayesinde insan, kendi içinden kendini yeniden yaratmakta güçlük çekiyor.
Yok edin!
Her şeyi yok ettiğinizi varsayın. Her anlatılanı yaşayacak kadar vakti olmasa da bir insanın, öğrendiklerinizin kendi içsel yolculuğunuzda verilmiş kararlar üzerinden eleştirisini yapın. Neyi, ne için yaptığınızı kendinize anlatın. Şimdi diyeceksiniz ki, hiçbir öğretiyi ciddiye almadan, hiçbir yerden okumadan, birilerinden duymadan nasıl olur da insan kendi içsel yolculuğunu yapar?
Bal gibi de yapar. Belki daha güzelini, en mükemmelini, hiç denenmemişini, kendi üst kimliğini oluşturur şekilde yapar. Yok oluşun içinde derinliğe indikçe, kendi bilinmezliğinde kendi yarattığı karanlığı kendi varlığıyla aydınlattığında yapar.
Peki, ahlaki öğretiler?
Bildiklerinden sıyrılan insan, ‘yoklukta’yeni bir insan yarattığında o karanlık onu boğmaz mı diye düşünenler olacaktır. Boğmaz. Çünkü aydınlanmak için yeni yollar keşfeder insan aklı ve ruhu. Ahlaki olguyu, kendi içinde kendini yok ettikçe yeniden şekillendirir ve öz kaynağa yaklaşır. İçsel hafızasını geliştirir, kendini ve yokluktan gelen varoluşu dinlemeyi öğrenir. Toklukla açlık gibi. Tok olana yeni bir şey tattırmak zorken, aç olan her şeyi yemeye muktedirdir. Aç kalan bir beyin yenilerini öğrenmeye ve sorgulamaya, aç kalan ruh da yeniden kendini doğurmaya elverişli hale gelir. Yoksa her gün önünde bir tepsi dolusu yiyecek olan, ne açlığın ne de o tepsinin değeri anlayabilir. İşte o sebeple bütün her şeyi öncelikle yok etmek gerekir. Yeniden doğuş için kendini yeniden yaratmak da yokluktan gelir.