Her ay yeni çıkan kitapları takip etmek ve okuyucu yorumlarından yararlanmak için farklı sitelere giriş yapar, yorumlardan ve kısa özetlerden etkilendiğim kitapları sipariş ederim.
Yine bir gece mesaisinde kitaplara bakarken, yorumlarda kelime anlamlarına takıldım. Daha önce okumuş olsam da, hatta cümle genelinde ‘özellikle, ısrarla, mutlaka, devamlı suretle’ gibi anlamları teşkil etse de, bir kelimenin böyle hoş bir anlatım içinde beni bu kadar irite edeceğini ummazdım. Alışılmış geldiği için önemsemediğim ancak dikkat kesilince derin anlamlar barındıran o kelime, ‘şiddet’ ti.
Onlarca kitapsever okudukları kitabı, bir başka okuyucu için ‘şiddetle’ tavsiye ediyordu. ŞİDDETLE!
Ben artık bu kelimeye şiddetle karşı bile çıkamıyorum. Bu kelimenin geçtiği her yerde içime bir sızı çöküyor, o güzelim kitapların şiddetle tavsiye edilmesini istemiyordum.
Bilinçli her vatandaşın şiddetin her türlüsüne karşı olduğu ülkemizde, şiddetle başa çıkmak üzere komisyonlar kuruldu, yasalar düzenlendi, eylem planları hazırlandı. Hatta hükümetin ilkini 2007’de hazırladığı Ulusal Eylem Planı güncellenerek, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele IV. Ulusal Eylem Planı olarak bugüne kadar geldi. Toplumsal, kültürel, sosyal ve teknolojik değişimlere ayak uydurarak sürekli gelişim gerektiren planlara ek, yeni başlıklara yer açıldı ve açılmaya devam ediyor. Dolayısıyla, şiddete maruz kalan mağdurun olduğu yerde fail de mevcuttur anlayışıyla, toplumsal adalet arayışını kuvvetlendirmek ve toplumun her kesimine hızla ulaşacak insanlığı inşa etmek üzere, şiddete dur demek için yeni yasa teklifleri değerlendiriliyor, toplumsal farkındalık için eğitim faaliyetlerine yeni düzenlemeler getiriliyor.
‘Şimdiye kadar gözden kaçırdığımız neydi de, 21.yy’da halen şiddete karşı mücadele vermeye, şiddeti yok etmeye, sevgiyi ait olduğu yere, insanlığa tanımlamaya çalışıyoruz’ diye sorguluyorum. Sonra da doğru anlatımla öğrenmediğimiz sevginin, hoşgörünün, anlayışın ders olarak verilmesi gerektiğini, davranış bilimlerinin eğitimin her kademesinde farkındalık yaratacak boyutta incelenmesi gerektiğini savunuyorum.
Kadınlarımızın, çocuklarımızın, mal gibi görülen sokaktaki canlarımızın, izahı zor bir şekilde baskıcı otorite kurulan alanda yaşamak ve çalışmak için mücadele veren tüm vatandaşlarımızın uğradığı zulmü, duyduğu acıyı, eminim hepimiz dindirmek, yok etmek istiyoruz. Ancak tüm bunlara rağmen ‘şiddet’ kelimesini ne çok kullanıyoruz. Yazılı ve görsel medyada, sosyal ortamlarda, içinde güzellik barındıran sinema, tiyatro, şiir, müzik gibi sanatın farklı dallarında bile kullanıyoruz. Kimi zaman dikkat çekmek için, kimi zaman da alışılmış bir kelime olarak günlük literatürümüze yerleştiği için farkında olmadan kullanıyoruz.
Ama kullanıyoruz işte.
Düşünün, çocuklara ‘yalan söyleme’ uyarısı yapmak yerine, ‘doğruyu söyle’ diyerek dürüstlüğü esas alan bir eğitim şeklini benimsememiz gerektiği, uzmanlar tarafından sık sık vurgulanıyor. Bu bakış açısıyla hareket edip, ‘şiddet’ kelimesini kullanmak yerine, ‘uyum, anlaşma, sevgi ve barış’ gibi samimi duyguları barındıran kelimeler kullanıp, dudaklarımızdan dökülen her kelimeyi gönüllere hitap edecek kadar zarafetle buluşturmak bu kadar mı zor.
Yani diyorum ki;
Bir kitabı, bir mağazayı, bir yazarı, bir bloğu, bir okulu, bir kanalı, bir programı, bir insanı ŞİDDETLE tavsiye etmeyelim. 'Şiddet' kelimesinin yerine; sevgiyi, önemi, vicdanı, merhameti, güzelliği, hassasiyeti, zarafeti fazlasıyla kullanalım ki, insanlığımıza, dilimize, ruhumuza yansıyacak olumlu bir farkındalığın vazgeçilmez parçası olalım.