Belli bir yaşın üstündekiler bu Anadolu tabirine eminim çok hâkimler. Öyle ki, çocukluk yıllarında rahmetli babaannem ve diğer büyüklerimizden sıklıkla duyduğum, ‘Orada oturma evladım, cereyan çarpar!’ gibi cümleler halen kulaklarımda çınlar. Ki gerçekten de çarpardı.
Yaz günü hasta olmamızın temelini oluşturan bu cereyanlar bakın büyüyünce kulaklar da nasıl çınlıyor…
Bilmeyen ya da hatırlamayanlara kısaca izah etmem gerekirse, yaz aylarına yoğun sıcaklarına istinaden en ufak bir rüzgârın etkisini nefes olarak tanımladığımız anlarda, karşılıklı cephelerde bulunan kapı ya da pencerenin açılmasıyla oluşan serin hava akımıdır, cereyan olarak adlandırdığımız tabir. Hatta cereyanda kalma diye de söylenirdi. Ne çare, herkes sever sıcakta cereyanı ama sonrası fena eder, ‘bana bir şey olmaz’ diyerek ortada salınanı! Baş ağrısı, omuzlarda tutulma, nezle, grip, göğüs ağrısı, mide bulantısı, istifra…
Tamam, tamam sustum, yaşayanlar bilir ne de olsa.
Şimdi nereden çıktı bu konu, sıcaktan rahatsız olan insanlar imkânı dâhilinde artık klimaları açıyor, kapı pencere kapalı evine tıkılıyor, diyeceksiniz. Cereyan değil belki ama klima çarpıyor, hasta ediyor. Sonra yaz vakti pandemi koşullarında doktordu, ilaçtı derken bir hapşuya belki ‘covid oldum’ endişesi bile ekleniyor.
Klimalar, vantilatörler ki ben onlara ‘fırfır’ diyorum, gece gündüz evinde oturan emekli ana-babalarımızın, hafta sonu pandemi dolayısıyla evde istirahat etmek isteyen vatandaşımızın ve çoğu kez eğitimden uzunca bir süre uzak kalan çocuklarımızın tek tesellisi oluyor sıcak yaz günlerinde. Sanırım elektrik dağıtım şirketleri de bu durumu; ‘Nasıl olsa dışarda bulunsa bunca para harcayacak, bari evinde harcasın da içi rahat etsin’ dercesine, faturalara misli misli yansıtıyor.
Belki rüzgârın etkisiyle, cereyan; klimanın etkisiyle, soğuk algınlığı; fırfırın etkisiyle, baş ağrısı, iç geçmesi olmuyor lakin elektrik faturalarının tutar kısmını görünce panik atak mı dersiniz, anksiyete krizi mi geçirirsiniz, bilinmez oluyor.
Son zamanlarda pandemi, yangın, sel, deprem derken ruhsal çöküntüyle nahoş olan insanımızın, ekonomik koşullar dolayısıyla da zaten kafasında dumanlar çıkıyor, ‘Yanıyorsun Fuat abici’lerin ağızlarını bağlamaya ip yetmiyor.
Şimdi de vatandaşın yarasına tuz biber; hızla artan kira fiyatları, karşılanmakta zorluk çekilen market giderleri, pazar alışverişlerinde dil yakan sebze etiketlerine ek, elektrik-su faturaları xxx şeklinde katlanarak, yakarak, inileterek ay sonlarını zehir ediyor.
EE o zaman, çarpılıyor muyuz, evet çarpılıyoruz, belki cereyan değil ama vatandaşın gücünün yetmediği yerde cebimizden vuruluyoruz. Hasta oluyor muyuz peki? Hem de ne hasta. Öyle ilaçla da geçmiyor bu hastalık. Bedenine, ruhuna işliyor, kaygı problemleriyle artarak insanoğlunun etiketine yükleniyor! E biraz insaf!