İş yerine giderken ara caddelerden geçmek durumundayım. Özellikle son birkaç aydır giderek ilgimi çeken bir durum söz konusu. Aynı caddelerde kapanan küçük esnafların yerini genellikle kafe tarzı mekânların alması. Yükselen okey taşı sesleri, zar atma sesleri yanı sıra birbirleriyle gevşek ve küfürlü konuşmalar da kulağıma gelmeye başladı.
Sanıyorum ki ortalama tost –poğaça-çay-kahve içilen mekânlar, baktılar işler kesat, insanları çekmek için okey masası, tavla masası koyarak daha rahat bir ortam sağlayarak ticaret yapma peşindeler.
İyi güzel de, asıl beni düşündüren, onlarca insanın gün ortasında işsiz güçsüz, aylak bir şekilde birkaç arkadaş toparlayıp oyun oynama sevdası. Zaten yeterince tüketime odaklı insan güruhu olarak şekil alıyorduk, şimdi bir de zamanı gereksiz eğlencelerle, boş konuşmalarla tüketme çabası hâsıl oldu.
Hepimiz farkındayız, pandemi dönemi insanlarımızı yeterince tembelliğe sürükledi ve var olan şikâyetleri kat be kat artırdı. Kimi iş yapamamaktan, kimi kazancın düşmesinden, kimi kaybettiklerinden, kimi kazanamadıklarından, kimi ruhsal bunalımdan elbette ki şikâyetçi.
Bu şikâyetleri azaltmak mahiyetinde, üretime katkı sağlayacak şekilde el ele vererek çözümlenmesini, hem maddi, hem manevi boyutta değerlendirilmesini yaparak, gün sonunda herkesin kazanacağı, dolayısıyla üretim sahasının genişlemesi oranında ülke ekonomisinin de büyümesine yol açacak yenilikleri neden hayatımıza koyamıyoruz? Diyeceksiniz ki o mekânlarda boş boş gördüğün insanların çoğu emekli. O da olabilir. Emeklilerin üretemeyeceğini kim söylemiş! Yeter ki emeklerinin karşılığını alsınlar. Biz gençlere “Emekli olunca böyle kahvehanelere takılmaktan başka çaremiz yok” gösterisi yerine, “Bu yaşımda hâlâ üretmek, faydalı olmak, önce kendim, sonra ailem ve dolaylı olarak da ülkem için bir işin ucundan tutmak beni dinç tutuyor, yaşlı ve hasta olmaya müsait ruhumu sağlıkla harmanlıyor” desinler. Artık emeklilerimiz, kendileri için bir şey yapmak istesinler ve isteklerine ulaşabilirlikleri olsun, bunun için çaba harcasınlar.
Aslında belediyelerimiz bu konuda ön ayak olacak farklı yatırımların peşine düşerek, halkına ücretsiz olarak yararlanabilecekleri çalışan*emekli-işsiz-genç-yaşlı demeden eğitim olanaklarını mahalle mahalle sunabilirler. Ve bunu da keyifli hale getiren mekânlar da yapabilirler.
Ayrıca ben oralarda aylak aylak oturan, zamanını nasıl harcadığının farkında olmayan herkesi emekli olarak değerlendiremiyorum zaten. Çoğu genç ya da yetişkin bireyler. Belki çoğunun eğitimi, işi, ailesi yarıda kaldı, kendisine oyalanacak bir şeyler arıyorlar. Belediyelerimizin Halk Eğitim Merkezleri maalesef böyle sosyal içerikli konularda geri planda kalıyor. Sahaya inecek sosyologların, toplum bilimcilerin bu tarz insanları keşfederek yeni oluşuma dâhil etmek, akademik olarak ilerleme kaydedememişseler de eğitimini mesleki alanlarda tamamlaması adına olanaklar sağlamak sosyal bir belediyeciliğin önünü de açacaktır.
Günümüzde işsizlik kelimesine ne kadar aşinaysak; eğitim, gelişim, üretim kelimelerine de umutla, coşkuyla ve inançla aşina olmamız gerekmiyor mu? Genç işsizliğin önüne geçmek için toplumu ruhsal açıdan da bağımsızlığına kavuşturacak atılımlara ihtiyaç yok mu?
Öğrenilmiş çaresizliği bir kenara bırakarak, genciyle yaşlısıyla, kadın-erkek demeden, içinde bulunduğumuz anda, adeta mumyalanmış beyinlerimizi açarak atalet duygusundan sıyrılmamız, kalıplarımızdan çıkmamız gerekir. Ancak böyle yeni fikirlere yer bulabiliriz. Ürettikçe, konuştukça, öğrendikçe ve tartıştıkça en doğru çözümleri hayatımıza sirayet ettirebiliriz. Yeni iş kolları, yeni girişimcilik alanları genç-yaşlı demeden, ‘bu emeklidir artık işimize gelmez, bu çok genç işten anlamaz’ yerine; tecrübesinden, yaşamından, yaşadığı zorluklar neticesinde öngörüde bulunarak fayda sağlayabilir, gençlerimizi de anlayarak ve alanını bulmasına yardımcı potansiyellerini değerlendirerek yenilenmek için bir yol bulabiliriz.
Ne dersiniz?