Kâinat değişimle başlamıştır. Seversin sevmezsin, ama evrimi yok sayarsan, değişimi de yok sayarsın. Değişimi yok sayarsan, bu değişmene engel olmaz, ama değişimi yönlendiremez, ona müdahale edemezsin. Dinozorlar da değişiyordu, ama bunu bilmiyorlardı. Bu yüzden yok olup gittiler.
Sosyal ve demografik yapılarda meydana gelen, önlenmesi imkânsız olan değişimler, gençlerin yaşlılığını etkileyecektir. Bugünkü yaşam koşullarının geleceğe etkileri daima olur. Gençlerin en büyük sorunları yoksulluk, meslek, iş ve istihdam kavramlarının pratik değeri ve önemi her şeyden önemlidir.
Gerontolojide yaşlanma süreçlerine önlem ve müdahalenin önemi vurgulanır. Müdahalenin türü, tarız ve zamanı duruma göre değişir. Sosyal politikalar, yaşlanma süreçlerine müdahalenin bir türüdür. Çünkü yaşlanma süreçlerinin koşullarını doğrudan etkiler ve değiştirir. Bu yüzden pratik sosyal politika ve Gerontoloji arasında ilişki vardır. Emeklilik, sosyal hizmet, eğitim, aile, kadın ve gençlik politikaları; hepsi yaşlanma süreçlerine etki edebilme fırsatı ve imkânı sunmaktadır. Başarılı yaşlanma, müdahale araçlarıyla rasyonel kararlara dayanan müdahaleler ile bireyin yaşlanma sürecinin düzene konulması olarak tanımlanabilir.
Şu anda yaşlılık yükü üretiyoruz. İleride birey, aile ve toplum için yük haline dönüşecek yaşlılık yükünün mimarlarıyız. Eğitim sistemine bu kaçıncı anlamsız müdahale? Saymayı bıraktım. Sorun sistem değil, sorun insan. İnsan yetiştirmeliyiz. Okumayı, öğrenmeyi, uygulamayı seven insanlarla geleceği şekillendirmeliyiz. Hayatını sınavlara hazırlıkla tüketen değil, kendisi bir sınav olan hayatın üstesinden gelebilecek insanlar yetiştirmeliyiz.
Nüfusumuzun yaşa bağlı yapısındaki değişimler bazı kimseleri ürkütebilir. Çünkü doğurganlık hızla azalıyor, buna karşın yaşam süresi hızla uzuyor. Bunu da önlemek mümkün değil. Bugün insanın ender hallerde sorunu bol çocuk yapamadığına üzülmektir. Aksine bugünün insanı zaten az çocuk istiyor, ama çocuğunu “insan” dediğimiz ve ona bir dizi vasıflar atfettiğimiz ve bu yüzden de “birey” dediğimiz insan modeli ile çocuğunu yetiştirmek istiyor. Bu isteğin ardında ise kendisi için bir dizi talepler yatıyor. Kendisini ileride çocuğuna bağımlı kılmayacak yaşam koşulları da var bunun içinde çocuğunu ileride kendisine bağımlı kılmayacak olan imkân ve fırsatlar da!
Sosyal, demografik ve kültürel değişimlerden bahsediyoruz. Bunları bir eğitim sisteminin şurasını burasını kurcalayarak, şunu oradan alıp buraya koyarak rasyonel kararlarla düzenleme şansına sahip değiliz. Unutulan vasıf haline gelen liyakatin odak noktaya konulması gerekiyor. Liyakatten ise anladığım şudur: Sosyokültürel ve sosyoekonomik değişimlere uygun tepkileri bilen ve öngörebilen aktörlerin göreve gelmesi.
Yaşlanma, birey ve toplumu değiştiriyor. Hayıflanmaya da gerek yok. İyi ki değişiyoruz. Değişmemek kötüdür. Bazı kimseler bunun güzel olduğunu zannediyor. Ama değişmeseydik hala mağarada yaşayacaktık, cebimizde telefon olmayacaktı, elektriği bilmeyecektik, köprü, uçak, havaalanı kavramlarını tanımayacaktık, yıldızları tanrı zannedecektik, 20-30 yıl yaşayıp ölecektik. Değişim yeni olanak, yeni fırsat, yeni umut ve yeni ufuk demektir. Bunları gören, bilen ve öngören insanlar, sadece değişime açık olan insanlarla mümkündür.
Yaşlanma sürecinde değişiyoruz. Bu, kontrolsüz olmamalıdır. Bireye keyfince yaşama fırsatları tanıyan bir değişim olmalıdır. “Nalıncı keseri” olmayı kendine hedef olarak seçenler ile insana insanca yaşama ve yaşlanma olanağı sunmak, değişimi yönlendirmek ve değişmeyi hedef olarak kabul edenler arasındaki farkı gören nesiller yetiştirmeliyiz.
Bedensel, sosyal ve psişik yeterliliklerini kendisi ve diğerleri için faydalı bir şekilde devreye sokabilen, değişimdeki potansiyelleri görebilen ve bunları harekete geçiren, yaşlanmayı eksilme olarak kabul etmeyen, her yaşta kendine ve çevresine katkı yapabilecek vasıflara sahip insana insanca yaşama ve yaşlanma olanağı sunmayı temel hedef olarak kabul eden insanlara ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç ne geçmişte yoktu ne bugün eksiktir ne de gelecekte yok olacaktır.