Avrupalı ve Kuzey Amerikalı kişileri kapsayan dünyanın en büyük soyağacı 13 milyon kişiden oluşuyor ve 500 yılı aşan süreyi kapsıyor. New York Genom Center’in araştırmacıları Geni.com sitesinde kayıtlı 86 milyon kişinin profilini inceledikten sonra 13 milyon kişinin bağlantılarını ortaya koydu. Ayrıca genlerin yaşam süresine fazla etkisi olmadığı ortaya çıktı. “İyi” genlere sahip kişiler en fazla yaklaşık 5 yıl uzun yaşıyor. Genlerin yaşam süresine etkisi az olduğuna göre dış faktörlerin etkisi artıyor. Dış faktörlerden neleri anlamalıyız?
Yaşam süresi ve dış etkenler arasındaki ilişkilerin çeşitli göstergeleri vardır. Örneğin; beslenme, spor, öğrenme, dinlenme, ikamet koşulları gibi etkenlerin yaşam süresinde belirgin rol oynadığı kanıtlanmıştır. Örneğin; alkol ve sigaranın yaşamı kısaltan etkileri var. Bunlar birey olarak yaşam süremize etki edebileceğimiz anlamına gelmekle birlikte içinde yaşadığımız çevrenin koşullarına etki edemiyoruz. Dolayısıyla birey olarak etki edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz faktörler yaşam süremizi belirlemektedir.
Ancak nüfus istatistikleri bunun aksini işaret etmektedir. Yaşam süresi birçok olumsuz etkenlere rağmen uzamaya devam etmektedir. Bu ise bir çelişki anlamına gelmektedir.
Ancak bu çelişkiyi çözmek zor değildir. Her ne kadar dış faktörler olumsuz bir profil çizse de genel olarak eskiye nazaran daha iyi yaşam koşullarında yaşıyoruz. Bundan 50 yıl önce mevcut olmayan yeni koşullar bugün daha uzun yaşamamıza yardımcı oluyor. Fakat birkaç kuşak sonra bugünkü doğaya karşı işlediğimiz günahların ceremesini çocuklarımız, torunlarımız çekecektir. Onlara bırakacağımız yeşili az kentlerde yaşamak zorlaşacak, önlem alınmazsa egzoz ve bacalardan çıkan pislik akciğerleri dolduracaktır ve sonuçta uzun ömürlü sağlıksız insan sayısı çoğalacaktır. Çünkü tıbbi gelişmeler sayesinde hastaları da uzun yaşatacak olanaklara sahibiz. Önümüzdeki 15-20 yılda Türkiye’de kronik hasta sayısında büyük bir artış meydana geleceğini tahmin ediyorum. Buna ek olarak bakıma muhtaç yaşlıların sayısında da radikal bir artış olacağını dikkate almalıyız. Özellikle Alzheimer hastaları çoğalacaktır.
Bu insanların çoğuna evde bakacağız. Başka çaremiz yoktur. Profesyonel bakım hizmetleri ile hepsine bakma şansına sahip değiliz. Bakıma muhtaçlar arasında bu satırları okuyanların bir kısmı da herhalde yer alacaktır. Ama ne birey ne de aile olarak bakıma muhtaçlığa hazırlıklı değiliz. Ne zaman ki bakıma muhtaçlık sorunuyla karşı karşıya kalınıyor, o zaman aileler ne yapacağını bilemez bir halde çözüm aramaya başlıyorlar. Yaşlılığın kötü yönlerine de hazırlıklı insanları çoğalmalıyız. Diğer taraftan profesyonel bakım ağının kurulması zorunludur. Çünkü bakıma muhtaçlık derecesi yükseldikçe ailenin yaşlısına bakım olanakları da azalmaktadır.
Bakıma muhtaçlık probleminin çözümünde yerel yönetimlerin daha etkin bir şekilde devreye sokulması iyi olur, diye düşünüyorum. Çünkü yerel yönetimler kendi bölgelerindeki bakıma muhtaçlık problemini hem daha çabuk tespit edebilir hem de bölgenin sosyokültürel ve sosyoekonomik özelliklerine göre uyarlanmış bakım hizmetlerinin geliştirilmesi kolaylaşır. Böylece ihtiyaca uygun bakım hizmet sistemlerinin geliştirilme şansı da artar.
Yerel yönetimlerin yaşlılık ve bakıma muhtaçlık sorunu konusunda hazırlanması girişimleri de çeşitli kollardan yürütülebilir. Örneğin sosyal hizmet alanında çalışan uzmanlara, bakım
sektöründe çalışan kişilere ve evde yaşlısına bakan ailelere bakıma muhtaçlık konusunda pratik ve aydınlatıcı bilgilerle yardım eli uzatılabilir. Bu konuda biz gerontologlar olarak bilgilerimizi yerel yönetimlerle örneğin; Antalya Büyükşehir Belediyesi ile hayata geçirdiğimiz örnek projeleri ortaya koyuyor, cesaretle paylaşıyor ve paylaşabiliriz. Bakıma muhtaçlık sorununun üstesinden hep birlikte gelebiliriz… Yeter ki, sorunun ciddiyetini kavrayalım…