Bütün toplumlarda şiddet vardır. Ama bizi kendi toplumumuzdaki şiddet daha çok ilgilendirmelidir. Çünkü herkes kendi kapısının önünü temizlerse, inanıyorum ki şiddetin yaygınlaşması kısmen da olsa daha iyi önlenebilir. Şiddet, kurbanlarını yaşına cinsiyetine veya mesleğine göre seçmiyor. Birkaç gün önce bir lise öğrencisi öğretmenini öldürdü. Birkaç ay önce bir Hukuk Fakültesi öğrencisi bayan hocasını öldürdü. Bir baba 11 yaşındaki kızının ölümünden şüphe duyduğunu iddia ediyor ve aydınlığa kavuşturulmasını istiyor. 80 yaşında bir adam eşini öldürdü. Dolayısıyla herkes şiddet kurbanı olabilir. Şiddete başvuran genç de yaşlı da olabilir. Fakat istatistikler, şiddetin öncelikle genç ve orta yaşlı erkeklerden kaynaklandığına işaret ediyor. Artık neredeyse toplum olarak eşi tarafından dövülen ve öldürülen kadınlara alıştık. Hâlbuki yeri geldiğinde kadının ve annelerin değerini en yüksek noktaya taşıyanlar da yine bizleriz. Bunda bir tuhaflık olduğu kesindir. Ancak bu tuhaflığı giderecek adımlar atılmıyor. Şiddet eylemlerine başvuranlar kurbanlarını genellikle kendilerinden bedenen daha güçsüz kişilerin içinden seçmektedir. Şiddete başvuranlar bedenen kendilerinden daha güçsüz olanları seçiyor. Bedenen güçsüz olanlar çocuklar, engelliler, kadınlar ve yaşlılar olarak göründüğünden, şiddetin kurbanları bu gruplar arasından seçiliyor. Şiddetin türlerine baktığımızda, bunların hepsine son yıllarda toplumuzda eskisinden daha sık karşılaştığımız intibaı oluşuyor. Ama belki de eskiden beri bu yoğunluk ve sıklıkta vardılar, ama bizim haberimiz olmuyordu. Bugünkü haberleşme olanakları, belki de bizde böyle bir intiba uyandırıyor. Doğrudan şiddet dediğimiz vurma, sert şekilde diğer kişinin bedenini tutarak sarsma, zorunlu besleme, alay etme, azarlama, tehdit gibi şiddet türleri hakkında neredeyse herkesin bilgisi veya tecrübesi olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü bu konuda hiçbir araştırma yok. Sadece sağdan soldan işitilen, medyada çıkan haberlerden biliyoruz. Hatta azarlama, tehdit veya şaibeli söylemlere politik aktörlerde çok sık rastlıyorum. Bunu sadece bir “üslup problemi” olarak nitelendirmek, kanımca problemi değersizleştirmektir. Şiddetin türü olan “ihmal” üzerine hiç konuşmadığımızı görüyorum. Herhalde ihmal, şiddetin bir türü olarak kabul görmüyor. Örneğin ihtiyacı olan yaşlıya verilmeyen yardımcı araç gereçler, tuvalete tek başına gidemeyen, bu yüzden birinin refakatine ihtiyacı olan yaşlının bundan mahrum bırakılması ve bunun yerine altının bağlanması ile yetinilmesi, acıktığı halde kendisine yemek verilmemesi veya geciktirilmesi, sorularının cevapsız bırakılması veya insanla konuşmak yerine bir şeyin üzerine konuşulması gibi ihmallerin, şiddet kavramıyla bağdaştırılmadığını görüyoruz. Yapısal şiddet dediğimiz şiddetin de farkında değiliz. Özellikle yaşlıların bakım hizmeti aldığı kurumlarda yapısal şiddete her gün rastlanmaktadır. Belirli saatlerde yemek ve uyku, sert kurumsal düzen, zorluklarla karşı karşıya kalan bakım personelinin seçeneksizliği, kurumdaki diğerleri ile temas kurmak istemediği hale koşulların zorunluğu kıldığı temaslar, kurumdaki diğer yaşlılarla ilişki kurulmasının önlenmesi gibi pek çok yapısal şiddeti şimdiye dek görmezlikten gelmekteyiz. Anlaşılan yaşlanan toplumumuzda yaşlıların (diğer şiddet kurbanlarının) toplumun himayesine ihtiyacı vardır. Fakat toplumun kendisinin himayesine ihtiyacı olan şiddet kurbanlarına yönelik farkındalığı yeterli değildir. Bu yüzden toplumun yaşlılara yönelik şiddete daha duyarlı olması sağlanmalıdır. Bu duyarlılık, yılda belli bir günde yaşlılara yönelik şiddetin varlığı topluma anımsatılarak arttırılabilir. Örneğin, 15 Haziran, “Yaşlıya Şiddet, İhmal ve Suistimal Günü” olarak kabul edilebilir. Seçim telaşı artık sona eren, 2019’u “Yaşlı Yılı” ilan eden hükümetimize bir öneri olarak, bu konuyu anımsatmak istedim.