Nasıl düşündüğümüzü nereden biliyoruz? Düşünmeyen birini tasavvur edemeyiz. Düşüncesiz olabiliriz, ama düşünmeden edemeyiz. Düşüncesizlik bile düşünmektir.
Düşündüğümüzden eminiz. Ama nasıl düşündüğümüz sorulunca, cevapların cılızlığı karşısında hayret ederiz. Düşünmek doğamızda var, ama düşünmeyi bilenler azdır. Mantık ve argüman, bütün mesele bunlara bağlıdır. Düşünme yeteneği, düşünceleri ifade etmeyi sağlıyor. Ama bazı kimseler düşüncelerini anlatırken, onları dinleyenler, “mantığını” anlamada zorlanıyor. Buna karşın bazı kimseler, en karmaşık olayları herkesin anlayacağı şekilde ifade edebiliyor. Bu kişilerin çevrelerinde sözü dinlenen ve inanılan kişiler olarak kabul edildiğine sık sık şahit oluyoruz.
Sözlerinin doğru olması ise ayrı bir konudur. Düşünceyi ifade yeteneği olan kimseler, yalana da diğerlerini inandırabilir. Düşüncelerimizi iyi bir şekilde ifade edebilmemiz, doğru sözler söylediğimizin garantisi olamaz.
İnsanın özelliklerinden biri de bildiğine inandığı şeylerden şüphelenmemesidir. Onlar, o kadar emindir ki, bildiğinden şaşmazlar. Bilgisinin kesin olduğundan zerre kadar şüphe duymaz. Bu kişilere ne anlatırsanız anlatın, dinlemez. Bazen dinliyor gibi yapar, ama içinden sizin ne kadar bilgisiz olduğunuzu düşünür. Sokrates ise bilgisizliğini dile getirmiş, “kesin bir şey varsa, o da bilgisizliğimdir” demiştir. Sadece bilmediğini bildiğinden emindir. Diğerleri ona bilgeliğini anımsatınca, diğer kişilere göre bilge olmasının sebebini, bilmediğini bilmesine dayandırmıştır.
Sokrates’in diğerleri tarafında hoş karşılanmayan bir alışkanlığı vardı. Kendisini yeterince bilgili olarak tasavvur edenlere, bilmediklerini göstermeyi adet edinmişti. Herkesin bildiğinden emin olduğu kavramları bile bilmediklerini onlara göstermiştir. Örneğin “cesaret” veya “adalet” kavramları hakkında kesin bilgilerin kesin olmadıklarını kanıtlamıştır. Amacı, basit zannedilen şeylerin bile ne kadar karmaşık olabileceğini göstermekti. Genel kanıları, büyük titizlikle ele alıp incelemeden, doğru olduklarını kabul etmeyi, akılsızlık olarak nitelendirmekteydi. Bu yüzden de Atina’nın önde gelenleri onu sevmezdi. Onun öğretileri bugün sokratik metot olarak anılmaktadır. Buna karşın ona baldıran zehrini içirenlerin adı unutulup gitmiştir. Sokrates ise bilmediğinden emin olduğu bilgileri uğruna gözünü kırpmadan canını feda etmiştir.
Sokrates her ne kadar diyalektiği, kabul edilmiş düşünceleri yok etmede kullandıysa da yine de bununla yeni bilgi üretilebilir. Bilgiler, soru ve cevaplardan türetilir. Soru soramayan, cevap alamaz.
Bilgi üretiminde en önemli unsur cevap değil, sorulardır. Çünkü sorulara göre cevap alabiliriz.
Sorularımız kaliteli ise cevaplar da kaliteli olur. Cevap aramayın, soru arayın! Çünkü dünyayı, cevaplarımızla değil, sadece sorularımızla değiştirebiliriz. Düşünmeyi bilen bir insan soru sormayı bilen insandır. Bilgi değişir, sorular kalır. İnsan, iki ayağı üzerine doğrulduğunda yürüyerek mesafe alıyordu. Sonra tekerleği icat etti. Bunu “tekerlek icat edeceğim” cevabıyla başarmadı, herhalde, “Daha uzun mesafeyi daha kısa sürede nasıl alabilirim?” sorusunu kendine sordu. Bundan ortaya cevap olarak “tekerlek” çıktı. İyi düşünmeliyiz. İyi düşünmek, iyimser düşünmek değildir. Kötümser olunuz, demiyorum. İşte önümüzde zihinsel gelişim için bir fırsat. Sokrates gibi yaparak, bilgimizi sorgulayalım. Bilgimizin sınırlarını keşfedelim ve bunların nasıl genişletilebileceğini soralım.