Aklımıza mı gelmedi? Geldi, ama böyle naif öneriler ile hiçbir yere varılmayacağını bildiğimiz için konuyu sulandırmadık. Biliyorsunuz, toplum olarak sulandırma konusunda ustayız. Daha çocukken bizim sütçünün sütü sulandırdığını öğrenmiştim. Sonra yaşımız ilerledikçe sadece süte değil, daha pek çok şeye su katılabildiğini gördük. Şimdi demografik yaşlanmayı sulandırmakla meşgulüz.
Şöyle kafanızı iki elinizin arasına alarak düşünün: Türkiye’de sağlık sorunu olmayan, geliri yüksek çocuksuz kaç kişi var ki, onların vergileri ile bu ülkenin yaşlılık sorunu çözülebilsin? Öte yandan vergi ödemekle doğurganlığın artmayacağı bellidir. Parası olup, çocuk istemeyen bir kimse, zaten bu vergiyi güle oynaya verir. Diyelim ki “vergi tehdidi” tuttu ve sağlık sorunu olmayan, geliri yüksek kişilerin hepsi “çocuk yapalım vergiden kurtulalım” deyip, çocuk yaptı. Ne olacak? Birkaç zenginin doğuracağı çocukla, Türkiye’nin demografik yaşlanması önlenmiş olacak mı? Bu tür öneriler, “Sütçü Kızı Hesabıdır”.
Çocuk, sadece aile mutluluğunun sembolü değil, aynı zamanda aile “kaliteli çocuk” yetiştirmek istiyor. Nicelik eskidendi. 1960’lı yıllarda 15-45 yaşları arasındaki bir Türk kadını ortalama 6 çocuk dünyaya getiriyordu. O dönemde nicelik ön plandaydı. Bugün ise çocuğun nitelikleri öne çıktı. Daha kreşten başlıyor, üniversiteden mezun edinceye kadar çocuğu “adam etmek” için aileler varını yoğunu ortaya koyuyor. Sonra?
Sonra diplomalı çocuk işsiz dolaşıyor. Aile diplomalı işsiz evladına ekonomik desteğe devam ediyor. Diplomalı evladın evlilik çağı geliyor, ama iş yok güç yok, elbette evlenemiyor. Evlilik olmadan da çocuk olmuyor. Bir de olaya bu açıdan bakmak yerinde olur. Resmi istatistiğe gerek kalmadan da, Türkiye’de işsiz diplomalı gençlerin sayıca, sağlıklı, çocuksuz zenginlerden daha fazla olduklarını tahmin etmek zor değildir.
Ben de şunu öneriyorum: İşsiz gençlerin hepsini istihdam edelim, istihdam edilen gençlerin evlenmesini sağlayalım ve evlendirilen her gençten (biyolojik bir sorunu yoksa) evliliğin ilk yılında bir çocuk dünyaya getirmesi şartını getirelim. Bu, Tezel’in önerisinden daha az mantıklı bir öneri değildir. Fakat naif bir öneridir. Sorunu çözmez. Çünkü demografik değişim dediğimiz olgu zannedildiğinden çok daha karmaşıktır.
Tezel’e göre “Geliri iyi, lüks arabası, evi var, bayramda seyranda Avrupa'da tatil yapıyor, ama çocuk bakmak yerine kedi köpek bakıyor. Almanya'da da tartışmalar bu örnek üzerinden yürüyor.” Bu ise kesinlikle doğru değildir. Ben Almanya’da yıllarca yaşadım, deyim yerindeyse yaşamımın yüzde doksanlık bölümünü yurt dışında geçirdim ve hâlâ Alman ve Avusturyalı meslektaşlarımla çok sıkı ilişkim var. Tezel bu fikre nereden ulaştı bilmiyorum, ama kendisine böyle bir tartışmanın Almanya’da olmadığını hatırlatırım. Bilmemek ayıp değil. Öte yandan Almanya’da bir gazeteci, “Geliri iyi, lüks arabası, evi var, bayramda seyranda Avrupa'da tatil yapıyor, ama çocuk bakmak yerine kedi köpek bakıyor” dese, hayvanseverlerden önce onu meslektaşları aforoz eder. Almanya’da gazetecilik az çok hâlâ saygın bir meslek! …