Yaşlanma süreçlerini bilimler arası iş birliği ile araştırmak gerekir. Tek başına hiçbir bilim dalı yaşlanmayı anlayamaz ve anlatamaz. Yaşlılığı birey, aile ve toplum boyutlarında yapılandırmak gerekir. Bu sosyal politikanın görevidir. Bakıma muhtaçlığı önlemek tamamen mümkün değil, ama önlemler alarak sayıları azaltılabilir. Sadece televizyondaki sağlık programlarıyla sağlıklı yaşlanılmaz. Yaşlanmanın fiziksel, psikolojik ve sosyal boyutlarında birbirine bağlı iyileşmelere ihtiyacımız var.
Yaşlanma süreçlerini bilimler arası iş birliği ile araştırıp önlemler almalıyız. Yaşam koşullarını bu iş birliği kapsamında yapacağımız girişimlerle iyileştirmeliyiz. Sadece yaşam süresi değil, aynı zamanda yaşam koşulları da çok önemli. Ne kadar yaşadığımıza değil, nasıl yaşadığımıza bakmalıyız.
Birey, aile ve toplum boyutlarında yaşlanma süreçlerini iyileştirmeliyiz. Eğitim ve iş hayatında yaşam süresine etki eden etkenleri tespit edip, bunların yaşam süresine nasıl etki ettiklerini keşfetmeliyiz. Kronik hastalığa yakalanma yaşını yükseltmeliyiz veya mümkünse tamamen önlemeliyiz.
Yaşlanma ve yaşlılık sadece bilimle de olamaz, toplumun da buna katılması gerekir. “Toplum bilinci” bu bağlamda çok önemli. Toplumu bilinçlendirmenin yolları var, ama bunları doğru kullanırsak başarı elde edebiliriz. İnsanın ömrünü uzatan, yaşam standartlarını ve yaşam kalitesini yükselten kaynaklardan herkesin yararlanmasını, herkesin bunlara erişmesini sağlamadan başarılı yaşlanan insanlar çoğaltılamaz.
Sosyal eşitsizlikten bahsettiğimizin farkındasınız. Refah, eğitim, saygınlık gibi göstergelerle tespit edilen sosyal eşitsizlik dikkatli değerlendirilmesi gereken kavramdır. Sosyal adaletsizlik ile karıştırılmamalıdır. Mesela randıman kavramını düşünelim. Eğer randıman önemli ise ve randıman farkları sosyal eşitsizliğin gerekçesi ise, o zaman sosyal eşitsizlik normaldir. Anormal olan ise fırsat eşitliğinin sağlanmalıdır. (Burzan 2008).
Fırsat eşitliği yaşam sürecine etki etmektedir. Demek ki ilk önce fırsatlar olacaktır (seçenekler) ve bunlara herkesin erişmesi sağlanacaktır. Kabaca fırsat eşitliğinden bunu anlıyoruz. Bir lokanta düşünün. Her türlü yemek var. Ama siz her yemeği yiyemiyorsunuz. Başkası hepsini yiyebiliyor. Fırsatlar eşit değil. Seçenek var ama o seçeneklere erişebilecek kaynak, mesela para yok. Olmadı işte!
Yaşlandıkça seçeneklere erişim şansımızın azalmasına fırsat tanımayan bir toplum olmamız gerekiyor. Yaşlılık, yoksulluk ve yoksunluk arasındaki bağları koparmamız lazım. Bunun için sadece ekonomik kalkınmada başarı yeterli gelmeyecektir. Başarının, yani refahın paylaşımı sosyal adilliğe dayanmalıdır.
Dinimiz de bunu emrediyor. Niçin zekât verdiğimizi düşünelim. Cennete gitmek için mi, yoksa yoksulluğu yok etmek için mi? Çoğumuz sevap olsun diye zekât verdiğini söylüyor. Zekât sevaptır, ama asıl amacı yoksulluğu yok etmektir. Sevap sadece yoksullukla savaşa katılarak zekatını verenlere öbür dünyada sevap olarak yazılıyor. Fakat zekâtın asıl amacı bu dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırmaktır.
Devlet herkesin sevap işlemek niyetiyle yaşamadığını bildiği için ve sevabı kontrol etme şansı olmadığı için “vergi” alıyor. Vergi bir nevi zekattır. Vergi kaçıran günah işlemektedir. Çünkü kaçırılan her vergi sosyal eşitsizliği sosyal adaletsizliğe yöneltmektedir. Başarılı yaşlanmak, sağlıklı yaşlanmak ve her türlü yaşam kalitemizi arttıracak fırsatlardan yararlanmak istiyorsak, devletimizin halkımıza bu ve buna bu duruma bağlı imkânları yaratabilmesi için vergimizi aksatmadan zamanında ödememiz gerekir. Kısacası: Vergi sevaptır.