Her zaman siyasetten bahsedecek değiliz ya.. Bu yazımızda da bizim çocukluğumuzdan bahsetmek istedim.. Kaleiçi’nden bahsedilirken bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti çocukluğum ve bizim dönemin yaşadıkları.. Ben de bu kez o günleri kaleme almak istedim.
Ben Antalya Kaleiçi doğumluyum. Orada doğdum, çocukluğum ve gençliğim orada geçti. İlkokulu şu anda Olgunlaşma Enstitüsü ve Gazeteciler Cemiyeti’nin bulunduğu yerdeki Atatürk İlkokulu (Atatürk sevgimiz daha o zamanlar başlamış demek ki), ortaokulu da Antalya Lisesi Orta Okulu’nda (Orta okulun son mezunları bizleriz. Bizden sonra kapatıldı ve sadece lise olarak kaldı) bitirdim. Hayalimde Kuleli Askeri Lisesi’ne girmek vardı ve sınavlarına girerek 20 bin kişi arasından seçilip amacıma ulaştım. Liseyi de burada okudum, ancak sağlık sorunları yaşadığım için çok sevdiğim bu mesleğe devam edemedim. Kaderimde gazeteci olmak varmış ve Kuleli’den dönüşümden çok kısa süre sonra gazeteciliğe ilk adımımı attım.(Yıl 3 Ağustos 1973) O günden bu yana da kopamadım.
Gelelim bizim dönemin yaşadığı çocukluğa.. Kaleiçi’nde sokaklar şimdiki gibi beton ve asvalt değil, topraktı her yer. Okulla evimizin arası yaklaşık 4-5 dakikalık bir yerdi. Okuldan gelip kara önlüklerimizi çıkardıktan sonra her çocuk gibi ben de hemen sokağa çıkardım. Bizim sokağın köşesi herkesin bilye ve gazoz kapağı oynama yeriydi. (O zamanlar gazoz kapakları çok önemliydi bizim için. Torbalarda taşırdık). Kim önce gelirse yeri kapar ve grup olarak oyuna başlardık. Zaman zaman sert tartışma ve kavga da olurdu bu kapaklar ve bilyeler için. Bizim sokağı çıkınca diğer yol biraz daha genişti. Orası da genelde top oynadığımız alandı. Hemen hemen her gün su gibi terleyinceye kadar top oynardık tozun toprağın içinde.. Bizim için bir başka oyun alanımız evimizin bahçesi ve Kaleiçi evlerinin o gizemli odunluklarıydı. Şu anda Alp Paşa Konağı olarak bilinen otelin yeri bizlerindi. (Babaannem, babam, amcalarım ve halam) O bahçenin içindeki ağaçların ve duvarların üzerinde gezinirdik hep. (Dut, muşmula, portakal ve erik ağaçları vardı.) Kaleiçi’ndeki tarihi Kesik Minare’nin içinde top oynar, surlarının, duvarlarının üzerinde gezerdik. O zamanlardaki en büyük etkinliğimiz de mahalle maçlarıydı. 5’er, 6’şar kişilik takımların maçlarını onlarca kişi izlerdi.
Bayramlar en büyük sevinçlerimiz olurdu. Çünkü her çocuk gibi bizlere de bayramlık yeni giysiler, ayakkabılar alınırdı. Hiç unutmam yeni alınan giysi ve ayakkabılarımı bayram gecesi başucumdan ayırmaz öyle uyurdum. Bunu birçok çocuğun aynı şekilde yaptığını sanıyorum. Ailelerimizle gittiğimiz bayram ziyaretlerinde verilen harçlıklar ne büyük sevinç olurdu bizler için. Evler şimdiki gibi ışıl ışıl değildi. Elektrikler sık sık kesilir, akşamları dersleri gaz lambalarının ışığında yapmak zorunda kalırdık. Sokakta oynarken eğer o anda bir öğretmen yoldan geçiyorsa hemen kalkar selama dururduk. Bisikletlerimizle sokaklar, mahalleler arasında tur atardık. Ders çalışacağımız zaman da 2-3 arkadaş birimizin evinde bir araya gelir, yarı oyun yarı dersle zamanımızı geçirirdik. Teknolojik hiçbir alet yoktu. Televizyon sayılı evlerde bulunur, yayın günleri o televizyonun olduğu evlerde toplanırdık.
Bizim çocukluğumuzun bazı bölümleri böyleydi işte.. Anlatacak çok şeyler var.. Yazmaya kalksam sayfalar almaz. Bilemiyorum bu yazılanları okuyup da o eski günleri hatırlayanlar oldu mu? Güzelliklerle dolu günler diliyorum.