Demografik değişimleri dikkate aldığım zaman, ki gerontolog olarak bunu hep dikkate alırım, yaşlanmamızı ve yaşlılığımızı yeni perspektiflerden değerlendirmenin gerekli olduğu düşüncesi üzerimde git gide egemenlik kazanmaktadır. Bunun tek nedeni demografik değişim değildir, aynı zamanda gerontologların çoğu yaşlanma ve yaşlılığın topluma göre değişen özelliklere sahip olduğunu kabul etmektedir. Yaşlanma ve yaşlılığın sosyokültürel niteliklerinin, evrensel niteliklerinden daha güçlü olduğuna işaret eden göstergeler de vardır. Bunun Gerontoloji açısından anlamı nedir? Gerontoloji şimdiye kadar tıbbi, psikolojik ve sosyolojik bir alan olarak kabul edilmiştir. Her ne kadar yaşlanma ve yaşlılığın kültürel boyutu reddedilmemiş olsa da, gerontologlar, özellikle 1950’li yıllardan itibaren yaşlanma ve yaşlılığın psişik ve sosyal boyutlarını araştırmışlardır. Kültür, daha ziyade arka planda bırakılmıştır. 2000’li yıllarda Almanya gibi iş göçünden etkilenen ülkelerde yaşlı göçmenlerin ülkelerine geri dönmemesi ile bağlantılı olarak bazı gerontologlar, özellikle sosyal Gerontolojiden gelenler, yaşlı bakımında kültürel açılım kavramını ortaya atarak, yaşlı göçmenlere kültürüne uygun bakım hizmetlerinin sunulmasını talep etmişlerdir ve şimdiye kadar bir talep olmanın ötesine gidememiştir. Sosyolog Stefan Hradil’e göre geçtiğimiz yüzyılın 70'li yıllarında sosyal yapı analizi ve kültür sosyolojisi birbirine çok yakın olmayan iki sosyolojik alt disiplindi. Kültür sosyolojisi genellikle yüksek kültürle, nadiren kitle kültürü ile ilgilenirdi. Bu alanda nitel yöntemler ve tek vaka analizleri egemendi. Açıklamalar, daha ziyade tarihsel nitelikliydi. O dönemin sosyal yapı analizinde ise, mesleki hiyerarşi odaklı konulara önem veriliyor ve nicel yöntemlerle çalışılıyordu. Kültürel konular ele alındığında, yalnızca kitle kültürünün sınıfa özgü görüntüleri tartışılıyordu. Sosyo-kültürel olguların tarihsel olmayan, materyalist ve deterministik açıklamaları sosyal yapı analizlerinde ağırlık kazanıyordu. Örneğin sosyalleşme ve konuşma stilleri, yaşam koşullarına alışma ve uyum süreçleri olarak açıklanmaktaydı. Bugün durum değişmiştir. Kültür sosyolojisinde ve sosyal yapı analizinde kısmen birbirine benzer konular birbiriyle göreli büyük kesişim alanına sahip yöntemlerle ele alınmaktadır. Materyalist ve deterministik teori ve açıklamaların sosyal yapı analizindeki egemenliği giderek azalmaktadır. Kültür sosyoloji ve sosyal yapı analizinin birbirine yakınlaşmasının nedenleri ise modern toplumlardaki eğilimlerle ilişkilidir. Yaşam stillerinin çoğullaşması ve sosyal yapının kültürel yapılanması, bir taraftan yaşam stillerinin ve çevrenin günlük yaşam üzerindeki belirleyici gücünü, diğer taraftan refah patlaması, kitlesel işsizlik, yeni sosyal hareketler ve göç tarafından belirlenmektedir. Sosyo-kültürel ve sosyal yapısal konuların birlikte ele alınmasını mantıklı kılan, buna bağlı olarak kültür sosyolojisi ve sosyal yapı analizi alanlarının birbirine yaklaşmasına yol açan bu gelişmenin Gerontolojiye de etki edeceğinden hareket edilebilir. Örneğin Helmut Bachmaier’in “Kültür Gerontolojisi” alanındaki çalışmaları dikkate değer olarak nitelendirilebilir. Ülkemizde yaşlılık ve kültür arasındaki bağlantılara arada sırada dikkat çekilmektedir. Fakat bilimsellikten uzak, daha ziyade duygusal ve politik açıklamalardan öteye gitmeyen bu ilginin bilim düzleminde tartışılmasını önemsiyorum. Çünkü yaşlılar bir taraftan çoğalırken, diğer taraftan onları görmezlikten gelme eğilimini durdurmak mümkün olmamaktadır. Bu da popüler bilimsel tartışmalara iyi bir zemin hazırlamaktadır. Bunun nedeni, cıvataları gevşeyen eğitim sistemimizdir. Bilimsellikten uzak, görünüşte bilimsel tartışmalar egemenliği ele geçirmiştir. Gerontolojiye de olumsuz etkileri olan bu durumun düzelmesi için elimizden geleni yaptığımızı ise söyleyemeyiz. Sadece eğitim sisteminden şikâyetçi olmak yetmez, onu düzeltecek önerilere ve bu önerileri hayata geçirecek girişimlere ve bu girişimleri yürütecek bilim insanlarına ihtiyaç vardır.