Statüko ile Değişimin Mücadelesi
Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de değişimi isteyenlerle değişimin karşısında olan güçlerin mücadelesi hep olmuştur. Sosyal değişimin bir göstergesi olarak sahip olunan üretim biçimi ve aşamasından, daha üst düzeyde bir üretim biçimi ve aşamasına ulaşmak tüm toplumların ortak gayesidir ve amaç sosyolojik bakımdan mükemmel bir toplum düzenini kurmaktır. Bunu sağlamak için öncelikle (Türkiye’de de) değişimi talep eden enerjinin ortaya çıkması gereklidir. Bu enerjinin toplum tarafından benimsenmesi ve yaygınlaştırılması ise sonraki aşamadır.
Türkiye’de gelişmeyi tetiklemesi beklenen değişim anlayışının yaygınlaşma süreci siyasal, finansal ve toplumsal krizler gibi pek çok olumsuz faktör nedeniyle yavaş ilerlemiştir, denilebilir. Bunun dışında bir başka olumsuzluk kaynağı ise; çoğu zaman kendini toplumun önünde gören (ve aslında toplumun önünde gitmesi ve yol göstermesi gereken gereken) statüko aşığı aydınların, vizyonu dar üniversitelerin, koltuğunu korumak dışında kaygısı olmayan yöneticilerin toplumun gerisinde kalmasıyla ilgilidir. Bu durum ne yazık ki gereksiz zaman kayıplarına ve toplumun değişimi isteyen tutumunun törpülenmesine yol açmıştır...
Finansal Krizler
Uzak değil yakın tarihe, Cumhuriyet döneminden bugüne bakıldığında Türkiye’de 10’dan fazla ekonomik kriz yaşandığı görülüyor. İlk kriz dönemi 1929 yılında Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılan borçların ödenmeye başlamasıyla ilgiliydi. Ancak aynı yıl içinde Dünya Ekonomik Buhranının patlamasıyla genç cumhuriyetin ekonomisi reel olarak önemli kriz yaşadı. Sonraki dönemlerde ortaya çıkan finansal krizler ise; bazen yüksek petrol fiyatları, bazen savaşlar (Kıbrıs, Körfez vd) ve ambargolar, bazen anayasa kitapçığının fırlatılması, bazen de askeri ihtilallere gerekçe oluşturan iç karışıklıklar, terör ve kaosla ve hatta neredeyse iç savaş denemeleri sonucu ortaya çıkmıştır.
İşte dünden bugüne kamu maliyesi yönetimi, petrol fiyatları, yüksek enflasyon, stagflasyon, döviz kurlarındaki tırmanış ve yüksek faiz uygulamaları önemli ekonomik sorunların kaynağı olmuştur. Bununla birlikte demokrasinin geliştirilememesi, toplumda bir anlayış ve yaşam biçimi olarak demokrasinin yaygınlaştırılamaması, hak ve özgürlüklerin odağa konulamaması sonucu yine çeşitli siyasi ve toplumsal sorunlar da tetiklenmiştir. Ortaya çıkan dışsal ve içsel olaylar sorunlara neden olmuş, bu ise ekonominin küçülmesine toplumsal huzur ve refahın hep gerilemesine yol açmıştır.
Yüksek Maliyetli Dersler
Bu krizlerden son ikisi; yeni bin yılda yani 2000’li yıllarda gerçekleşti. Özellikle 2001 ekonomik krizi Türkiye ekonomik ve siyasi tarihine “Kara Çarşamba” olarak kaydedildi. Öyleki; 2001 krizinin Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi olması kadar, krizin ortaya çıkma gerekçesi de son derece önemliydi. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in anayasa kitapçığını kendisini cumhurbaşkanı adayı yapan Başbakan Bülent Ecevit’e fırlatmasıyla başlangıçta siyasi kriz özelliğindeki anlaşmazlık, dalga dalga ve hızla ekonomik kriz haline dönüşmüş ve bankacılık sistemini ve kamu maliyesini çökme noktasına getirmiştir.
2008 yılının sonlarında ise; etkileri bakımından 1929 Dünya Buhranıyla kıyaslanan ve yine Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı olarak ortaya çıkan ekonomik kriz tüm dünya ekonomisini etkilemiştir. Bu kriz her ne kadar küresel ölçekte çok büyük ölçüde ülke ekonomilerinde çok önemli sıkıntılara ve çöküntülere yol açmışsa da, Türkiye 2001 krizinden sonra aldığı önlemler ve yapısal düzenlemelerin etkisiyle, bu krizden çok daha az etkilenerek çıkmıştır.
Tüm bu süreçlerde elde edilen olumsuz deneyimler ve önlemler; bir bakıma Türkiye’nin kendini yenilemesini, toplum refahını artırmaya yönelik olarak yeni rol ve inisiyatifler geliştirmesi gerektiğini göstermiştir.