Önceki akşam öyle bir maç oynandı ki takım ruhu, birliktelik, coşku, estetik, güzelliklerle dolu anlar futbola dair ne ararsan vardı..
Bu durumu sadece Şenol Güneş’e mal etmek istemiyorum ama böyle bir takımın oluşmasında Güneş’in çok büyük etkisi var.
Öyle bir takım yaratıldı ki, methiyeler dizmek bile az kalıyor.
Özlemiştik bu ruhu.
Özlemiştik ’82 milyon’ kişinin sevinmesini.
Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Şimdi biraz detaylara inelim.
Şenol Güneş takımın başına geçtiği andan itibaren bir şeyler değişmeye başladı.
Mesela takımdaki gruplaşmalar sona erdi.
Genç ve yaşı ilerlemiş futbolcuların bir arada kaynaşması sağlandı.
Kendini takımdan üstün gören futbolcu tipleri yok oldu.
Gazetecilere saldıracak kadar küçük düşürücü ‘zihniyetler’ ortadan kalktı.
Takımın başındaki hoca kavgalarıyla değil futbol anlayışı ile anılmalıdır.
Bunu da Şenol Güneş çok iyi yansıttı.
Maçtan sonraki basın toplantısında Şenol Güneş’in basın mensuplarına yaklaşımını çok beğendim.
Her soruya içtenlikle cevap verdi.
Kazanılmış bir maçın ardından abartılı sözler yerine mütevazı olmayı seçti.
Bu doğru karakteri ortaya koyarak inanılmaz bir takım yarattı.
Maça geçecek olursak.
Karşımızda son Dünya Şampiyonu ve son Avrupa Kupası finali Fransa vardı.
Maça öyle bir başladık ki Fransızlar futbola ‘fransız’ kaldı.
Maçın ilk anından sonuna kadar inanılmaz bir futbol oynadık.
Kadroyu ilk gördüğümde Yusuf Yazıcı’nın oynamamasını yadırgamıştım.
Ama Dorukhan ile Mahmut’un uyumunu gördükten sonra Şenol Güneş’in tercihini taktir ettim.
Dorukhan Türk futbolunun yükselen yıldızı.
Bu çıkışını Milli Takımda da ortaya koyuyor.
Defans bloğu alışılmışın dışındaydı.
Sol bekte, İstanbulspor’dan Fransa’nın Lille takımına transfer olan 22 yaşındaki Zeki Çelik yer aldı.
Savunmanın ortasında, Juventus’a transfer olacağı konuşulan Merih Demiral ile Almanya’da top koşturan Kaan Ayhan vardı.
Sağ bekte ise bildiğimiz futbolcu Hasan Ali Kaldırım (Mbappe’yi sahadan silen adam) top koşturdu.
Sağ açığı ise Roma’da harikalar yaratan Milli yıldızımız Cengiz Ünder sürklase etti.
Sol açıkta gördüğümüz İrfan Can bizlere ‘umut’ verdi.
Forvette ise Kenan Karaman ve Burak Yılmaz rakip defansın direncini kırdı.
Merih’in asistiyle Kaan Ayhan müthiş bir kafa ile takımı 1-0 öne geçirdi.
10 dakika sonra ise bu kez Burak Yılmaz’ın çabası sonucu topu kapan Dorukhan, Cengiz Ünder’e ‘al da at’ dedi. Cengiz bu ikramı geri çevirmedi.
Burak Yılmaz maç içinde 3 çok net gol kaçırdı.
Eleştirilerin odağında olsa da, bazen forvetler gol kaçırabilir ama oynadıkları oyunla rakip defansın kimyasını bozarak da başarılı olabilir.
Burak tam olarak bunu yaptı.
Fransızların defansını öyle bir yıprattı ki gollerin gelmesi kaçınılmaz oldu.
Keşke bu futbolunu, bir gol ile taçlandırabilseydi.
Türk futbol tarihinde ‘mucize’ diye anlatılan maçlar vardır.
Onların başında Beşiktaş’ın Barcelona’yı 3-0 yenmesi, Fenerbahçe’nin şampiyonlar Ligi’nde Chealse’yi elemesi ve Galatasaray’ın Real Madrid’i yenip Süper Kupa’yı alması gibi.
Genellikle bu maçlarda takımlarımız çok pozisyon verir, şanslarının yardımıyla maçlarını alırlardı.
Alınan galibiyet bizlere teselli olurdu.
Fakat önceki gün öyle bir maç oynandı ki.
Fransa Milli Takımı, tek bir tehlikeli atak bile yaratamadı.
Türkiye Milli Takımı buna müsaade etmedi.
Maçın üstün olan tarafı hep biz olduk.
Böyle bir galibiyet, takıma özgüven verir ve gelecek başarıları müjdeler.
Fransa Milli Takımı’nın hocası Descamps’ın maçtan sonra Burak Yılmaz üzerinden Milli Takıma olan övgüleri de göğsümüzü kabarttı.
Böyle bir tablonun ortaya çıkmasından dolayı TFF’ye, Şenol Güneş’e, sahada ve kenarda ter döken bütün futbolculara teşekkür ediyorum.
Bir teşekkür de üniversiteyi okuduğum şehir olan Konya halkına.
İnanılmaz bir atmosfer yarattılar.
‘Nalçacılar’ grubu başta olmak üzere bütün Konya halkının böyle kenetlenmesi ülkemize de ders olsun.
Birlikte sevinmeyi özlemiştik.