Kopenhag’dan Hamburg’a giderken Flixbus diye bir otobüs firmasını kullanmıştım. Yaklaşık 4 saat süren yolculuğumda yanıma oturan bir Danimarkalı hanım efendi ile sohbet etme şansım olmuştu.
Konu bisiklet yollarından açıldı, dedim ki ne kadar güzel, her yer bisiklet yolu, yolun darlığına ya da genişliğine bakılmaksızın her yere bisiklet yolu çizmişsiniz ve hatta Bisikletler için trafik ışıkları koymuşsunuz, bunun hoşuma gittiğini söyledim...
Evet dedi, bizde bisiklet her şeyden önce bir ulaşım aracıdır, hatta sadece şehir içinde değil, bazı ilçeleri de birbirine bağlayan yollar vardır...
Gerçekten de doğruydu, Kalundborg ile Slagelse arasında bu yollardan görmüştüm...
Peki dedim otomobil hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor...
Otomobil bizler için bir yerden bir yere gitmeye yarayan, taşıyamadığımız eşyaları taşıyan, olumsuz iklim şartlarında kullanılan bir araçtır.
Özellikle az benzin yakan küçük araçlara burada ilgi büyüktür ancak sizler Türkiye’de çok benzin yakan, büyük ve kocaman araçları seviyorsunuz..Hatta burada ;zor ve dik arazi şartlarında kullanılan koca tekerli araçları ülkenize tatile geldiğimde yollarınızda görmüş ve şaşırmıştım; günlük hayatınızda bu araçları kullanmayı seviyorsunuz...
Biz petrole karşı bağımlı olmak istemiyoruz, ancak siz çok benzin yakan araçları daha çok seviyorsunuz, düşünsenize, günde 30 bin kişi arabasını almasa ve bisikletle ulaşımı sağlasa ne kadar büyük bir tasarruf olur ayrıca bunu aya yani 30 güne vurduğunuzda, Ülkenizin yapacağı tasarrufu düşünün demişti...Ayrıca dört kişilik bir aileyiz sadece bir arabamız var, ihtiyacı olan alır, ancak gördüm ki siz de aile başına 2 hatta 3 araba düşüyor demişti...
Gerçekten de düşündüm, doğru söylüyordu...
Biz de araba aynı zamanda bir statü göstergesiydi...
Hatta mimar bir arkadaşımla yaptığımız bir sohbet aklıma gelmişti, Arkadaşım iş görüşmesine pahalı bir araçla gittiği zaman onun iyi bir mimar olarak değerlendirildiğini, ancak normal bir araçla gittiği zaman durumun böyle olmayıp şüphe uyandırdığını, daha iyi işler alabilmek için arabasını ilk fırsatta değiştirmek istediğini anlatmıştı bana...
Birden aklıma duyduğum bir olay daha geldi...
Almanyada bir adam; Bohem olarak bilinen bir sokakta düzenlenen bir geceye; biraz şık bir şekilde gitmiş, onu gören Türk garson Abi demiş, şu karşıdaki adamı tanıyor musun, üstünü başını görüyormusun, bir kot bir de T-shirt; evet demiş...
Sen buraya çok şık gelmişsin...
Bu adam varya demiş bunun ferrarisi var, bu demiş üst düzey bir şirketin ceosu, buraya gelirken arabasını 6 sokak ileriye park eder, üstüne başına salaş şeyler giyer öyle gelir buraya, çünkü demiş burada kızlar, gösteriş yapan erkekler için şöyle düşünürler,
“Ya bu adamın neyi eksik ki bize gösteriş yapıyor, yani bunda bir eksik var ki gösteriş yaparak bunu tamamlamaya çalışıyor, aman abi demiş buraya bir daha böyle gelme, yoksa hiç bir kız seninle ilgilenmez, Bizimki de demiş ki ,ya demiş ben o şekilde Çeşmede, Alaçatıda nasıl girerim lüks yerlere, ne yaparım ne ederim, alışık değilim ki böyle giyinmeye, nasıl olur...”
Bugün konu bisiklet olur, yarın sosyal yaşam olur bir sonraki gün başka bir şey olur, öncelikle zihinlerdeki kilitleri çözmek gerekiyor sanırım.
Nasreddin Hocanın o meşhur fıkrasındaki “Ye kürküm ye” felsefesiyle ne kadar gelişme sağlanabilir bilmiyorum, kendi rahatımızdan, kendi gösterişimizden uzaklaşıp sadeleşmedikçe, önümüze gelen herşeyi eleştirmekten de geri durmayacağız sanırsam...
Birbirimize verdiğimiz değer, birbirimizi anlayış şeklimizdeki değer yargılarımız maddeleştikçe, soyut düşüncenin yarattığı farkındalığımız da azalıyor sanki...
Sade bir yaşamın içindeki zenginliği keşfedip, eleştirilerimizi kendi egolarımızla değil evrensel bir öngörüyle tüm insanoğlunun faydasına yapabilmek dileğiyle...
Yollar güzeldir...
Yol öğretir...
Saygılarımla,