İzliyorum, okuyorum ve araştırıyorum.
Tek bir kaynaktan değil, farklı görüşlerden, farklı fikirlerden herkesi her şeyi dinliyorum, sadece bir fikre saplanıp, o fikrin merceğinden olaylara bakmak yerine merceğin kendisi olmaya çalışıyorum...
Hatta farklı ülkelerden, farklı dünyalardan yaklaşımları bir potaya koyup buradan evrensel bir çıkarım yapmaya çalışıyorum...
Çağımızın dijital bir çağa dönüşeceğini ve içinde bulunduğumuz çağın kapanacağını söylüyorlar...
İyi de öyle değil miydi zaten ?
Tevellütüm sayesinde insanoğlunun en güzel zamanlarını ucundan da olsa yakalamış bir kuşağın mensubuyum...
80 kuşağı...
Dijital teknolojiyi de yakaladık bizler, paylaşımların en güzel olduğu çağlara da tanıklık ettik...
Önümüze konan bilgisayar programlarını da öğrenebildik, imkansızlıklar içerisinde hayal gücümüzle kendi oyuncaklarımızı da üretebildik...
İşte tam da bu yüzden yaşanan olaylara farklı bakabiliyoruz...
Çemberin ne içerisindeyiz, ne de dışarısında... Çemberin tam da çizgisindeyiz, bir içeriye bir de dışarıya bakıyoruz...
Herkesin herkesin çocuğu olduğu zamanlardan geçtik, eve geç kaldığımızda hadi bakayım evine diyen amcalarımız teyzelerimiz oldu...
Bisiklet alındığında arkadaşımızın bisikleti yoksa, gider ona da alırdı babalarımız...
O zamanlar bak ben de var, sen de yok diye bir şey yoktu... Yardımlaşma vardı, sahiplenme vardı... Gösteriş yapmak çok ayıptı... Haşa ettiğin yardımı söylemek, iyilik yap at denize diye bir kavram vardı...
Çok dürüst adam lafını hiç duymazdık, zaten insan dürüst olmak zorundaydı.
Dürüst olmak bir meziyet değil zaten olağan bir şeydi mesela...
İki metrelik dikenli tellerle çevrili site duvarları arkasında geçmedi çocukluğumuz.
Koşarken düştük, tırmanırken ellerimizi yardık, kafamız gözümüz yarıldı yaramazlık ederken...
Diz kapaklarımızın üstündeki yaralar da nasıl olsa bir hafta sonra geçerdi, aldırmazdık...
Sonra yavaş yavaş eve kapanmaya başladık...
Amiga 500 Commodore 64 derken...
Odalarından çıkmamaya başladı arkadaşlarımız...
Biz sokakta oyun oynamaya devam ettik, bilgisayar çağının bizden alıp odasına kapattığı arkadaşlarımızın yokluğunda mahalle maçlarımızı hiç bir zaman ertelemedik...
Zaman geçiyor büyüyorduk, siyasetçiler hep aynıydı, hiç değişmiyorlardı nasıl olsa...
O zamanlar kim varsa bakıyorum hala da,hemen hemen var...
Sonradan okuduk bizler...
Sonradan anladık... Meğerse ben doğduktan üç ay sonra 12 Eylül Darbesi olmuş mesela... Ateşlenmişim de özel izinle gidebilmişiz hastaneye... O yüzden hep uzak kalmışımdır Siyasete... Ne girmek isterim ne de içinde olmak...Sadece uzaktan izler, kafama göre şarkılar üretirim...
Büyüdük...
Cep Telefonu falan yoktu...
Arkadaşımızın evini arardık, Şu saatte Kapalı Spor Salonunun önünde buluşalım dedik mi...
Herkes kesin ve kati olarak orada olurdu...Hatta yarım saat önce orada olurdu...
Beş dakkaya geliyorum, şimdi çıktım deyip de yarım saat bekletmezdi kimse kimseyi...
Mektup yazardık bizler, mektup arkadaşlarımız vardı mesela, Almanya’da yaşayan bir arkadaşımıza, Kahramanmaraş’da yaşayan bir arkadaşımıza mektup gönderirdik, o da bize cevap yazınca sevinirdik...
Sonra her şey birden hızlanmaya başladı...
Yavaş görünen ama çok hızlı bir değişimin içerisine girdi dünya...
Markalar, telefonlar, arabalar, gösterişler, kalabalıklar...
İnsanın peşinde koştuğu şeyleri sanki birileri bir yerlerden ayarlıyor gibi geliyordu bana...
Hani bir bilgisayar oyunu vardırya SimCity diye... Her şeye yukarıdan bakıp, herşeyi siz kontrol edersiniz...
Sanki birileri dünyanın başında, şu şöyle olsun, bu böyle olsun diyor o da öyle oluyordu...
Biz elimizde mektuplar beklerken, saliseler içerisinde giden mesajlar çıktı...
İnsan insanın özeline çok kolay ulaşmaya başladı...
Belirli şekillerin etrafında birleşen güruhlar oluştu...
Bir çok şey tarza ayrıldı...
Tarzlarında tarzları oluştu...
Bunu sevenlerle, sevmeyenler ayrıştı... Ayrışanlar bir kez daha ayrıştı...
Aynı bilgisayar oyunu gibiydi her şey...
Bir şey üretiliyor, pazar sağlanıyor, onu sevenler bir tabaka oluşturuyor, sevenlerin tabakaları birleşiyor, daha da çoğalıp belki de bir standardı ayakta tutuyorlardı...
Bizim çocukluğumuzda bireysellik bu kadar ön planda değildi mesela...
Ben Annanemin çakralarını temizlettiğini hiç duymadım, ya da Babamın kalkıp da güneşi selamladığını, Annemin evrene bolluk, bereket mesajları yolladığına şahit olmadım...
Zaten insanlar birbiri için yaşardı ki...
Komşuya yardım vardı, sevgi vardı, paylaşım vardı... Sen onu mutlu edersen o da seni ederdi...
Bir tabak bir şey mi ikram ettin... O tabak geriye boş gelmezdi...
Ne fit olan vücudumuzu birilerine göstermek için yarış eder, ne de iyi top oynayamayan arkadaşımızı dışlardık...
Her şey birden bire olmasa da zaten çok hızlı değişti...
Biz zaten değişmiştik...
Ayak uyduramayan bir kuşak olarak tarih sayfalarında bir gün yerimizi alır mıyız bilmiyorum ama...
Değişime uyum sağlamaya çalışırken çok tökezletildik...
Bazen diyorum ne vardı her şey eskisi gibi kalsa...
Bu sefer de gerici misin dendik...
Benim eski derken söylemek istediğim şey gelişmemek değil ki...
Unutmamaktan bahsediyorum ben...
O güzel günleri, o güzel insanları, o güzel zamanları unutmamak...
Tefekkür içerisinde...
Bir zaman doğrusunun ortasından hem geçmiş değerlere hem de geleceğe bakabilmek...
Bir sentez olmak...
Dünya nereye gidiyor ben de bilmiyorum... Bundan sonra hangi dengeler nasıl değişir bilmiyorum...
Sanıyorum küçük ama büyük yaşayanlar fazla da etkilenmeyecek bu durumdan...
İnsan küçük ama büyük yaşamalıydı zaten...
Büyük yaşayıp küçük bir şeyin daha da küçük bir parçası olmaktansa...
Küçük yaşayıp bütünü görebilme çabası her zaman daha da büyük düşünceler açardı insana...
Bakalım neler olacak...
Neler değişecek...
İzleyip göreceğiz...
Sevgiyle